Bilim insanları, gezegenin iyiliği için yüksek gelirli ülkelerde yaşayanları beslenme biçimlerini değiştirmeye ve bitki temelli beslenmeye geçmeye çağırıyor
Nature Food dergisinde yayımlanan yeni bir çalışma, bir kez daha bitkisel beslenmenin çevreye olumlu katkısını ortaya koydu. Araştırmacılar, yüksek gelirli ülkelerin “et” ve süt tüketimini azaltmaları* halinde tarımsal sera gazı emisyonlarını neredeyse üçte iki oranında azaltabileceklerini buldu.
Çalışmada Avustralya, Fransa, Almanya, Birleşik Krallık ve ABD dahil olmak üzere 54 yüksek gelirli ülkeye odaklanıldı.
Araştırmacılar, EAT-Lancet Komisyonu’nun “gezegenin sağlığı” için tavsiye ettiği beslenme biçimini benimsemeleri durumunda bu ülkelerin karbon ayak izinin nasıl değişebileceğini inceledi. Bu yönergelere göre, örneğin tam tahıllar, meyveler, sebzeler, kabuklu yemişler, doymamış bitkisel yağlar ve baklagiller, bir bireyin kalorisinin çoğunu oluşturuyor. Hayvan ve hayvansalların tüketimi ise yok denecek kadar az.
Sonuçlar
Çalışmanın yazarları, yüksek gelirli ülkelerin bitki temelli beslenme sistemini benimseyerek tarımsal emisyonlarını yüzde 61 oranında azaltabileceklerini buldu.
WWF’nin önde gelen küresel gıda bilimcisi Dr. Sonja Vermeulen, çalışmaya dahil olmadı, ancak bulgular hakkında Carbon Brief’e konuştu. Vermeulen, “Bunu bir perspektife oturtmak gerekirse, 2040 yılına kadar küresel olarak yüzde 100 sıfır emisyonlu otomobil ve araçlara geçiş konusunda COP26 bildirgesini imzalayan ve uygulayan tüm ülkelerle aynı olumlu etkiye sahip,” dedi.
Beslenme değişiklikleriyle birlikte değişecek olan sadece emisyonlar değil. Araştırmacılar hayvansallardan uzaklaşmanın, Avrupa Birliği’nin tamamından daha büyük bir arazi alanını “özgür” bırakabileceğini söyledi.
Bu topraklar doğal haline dönecek şekilde dokunmadan bırakılırsa, yüzyılın sonuna kadar kabaca 100 milyar ton karbonu tutacak. Bu, 2010’dan itibaren 14 yıllık küresel tarımsal emisyonlara eşit bir rakam.
“Gıda sistemi dönüşümü” teriminin çoğunlukla hafife alındığını belirten Vermeulen, bu dönüşümle birlikte yerel ekonomilerin, toprakların ve kültürlerin de toplu halde bir dönüşüme gireceğini vurguluyor.
Sorumluluk almak
NYU Sanat ve Bilim Koleji’nde Çevre Çalışmaları Bölümü’nde yardımcı doçent olan Dr. Matthew Hayek, Carbon Brief’e verdiği röportajda, araştırmaya dahil olmasa da raporun sonuçlarını değerlendirdi.
Hayek, yüksek gelirli ülkelerde yaşayanların iklim kriziyle mücadeleye yardımcı olma sorumluluğu olduğunu öne sürerek şunları söyledi: “Gelişmiş ülkelerdeki insanlar küresel ortalamadan çok daha yüksek oranda et ve süt ürünleri tüketiyor. Zengin ülkelerde gıda tüketiminden kaynaklanan emisyonların azaltılması kritik önem taşıyor. Bol gıda seçeneğine sahip tüketiciler için bu seçimler, iklim hedeflerimize katkıda bulunmada önemli bir rol oynuyor. Politikalarımız, sağlıklı ve sürdürülebilir gıda seçimlerini daha yaygın, kullanışlı ve ucuz hale getirerek bunu yansıtmalı. Daha varsıl bölgelerdeki halkın yarısının beslenmelerinden hayvansalları çıkardığını hayal edin. Çevresel sonuçlar ve halk sağlığı açısından son derece elverişli bir durumdan bahsediyoruz.”
Ayrıca bu tür değişiklikler domino etkisi yaratabilir: Düşük ve orta gelirli ülkelerin çevresel durumunu ve duruşunu iyileştirebilir. Örneğin çalışmaya göre, yüksek gelirli ülkeler “et” alımlarını azalttığı takdirde, Brezilya ve Hindistan gibi ülkelerin bu kadar fazla gıda ihraç etmesine gerek kalmayacak. Bu da kendi emisyonlarını azaltmalarına ve karbonu tutmak için arazilerini başka bir amaca yönelik kullanmalarına yardımcı olacak.
İlk değil, son da olmayacak
Bu çalışma hayvan üretimi ve tüketiminin çevresel zararlarına yönelik ilk araştırma değil.
Eylül ayında yine Nature Food’da yayımlanan büyük bir araştırma, küresel gıda kaynaklı emisyonların yüzde 57’sinden “et” üretiminin sorumlu olduğunu bulmuştu.
Hayvan üretimi ve tüketimi, aynı zamanda hava ve su kirliliğinin, ormansızlaşmanın ve okyanusta ölü bölgelerin yaygınlaşmasının en önemli sebeplerinden biri olarak görülüyor.
Artan dünya nüfusuyla birlikte hayvansalların üretim ve tüketimine devam edilmesi, mera ve tarla açıp hayvan yemi ekme amacıyla ormanların yok edilmesine neden oluyor. Öyle ki hayvancılık, Brezilya Yağmur Ormanları’ndaki ormansızlaşmanın %75’inden sorumlu.
Temmuz 2020’de yayımlanan Proveg International raporuna göre, mevcut tatlı su kaynaklarının %70’i ve yaşanabilir arazilerin %50’si yem yetiştirmek ve hayvan üretimi için kullanılırken, dünyadaki tarım alanlarının %80’inden fazlası da et, yumurta ve süt üretimi için kullanılıyor.
Oysa bitki temelli beslenme, “süt ve et ürünlerinin” üretilmesi için gereken alanın çok daha azına ihtiyaç duyuyor. Aynı zamanda oldukça az miktarda ekin ve su gerektiriyor. Bu durum veganlığı, doğa üzerindeki etkimizi ve insan baskısını azaltmak için en kolay ve etkili yollardan biri haline getiriyor.
Oxford Üniversitesi başta olmak üzere bilim insanlarının yaptığı çalışmalar da bu bulguları destekliyor: Haziran 2018’de #Oxford Üniversitesi bilim insanları tarafından #Science dergisinde yayımlanan ve bugüne kadar küresel gıda sistemleri hakkında yazılmış en kapsamlı makalelerden biri; hayvanların ve hayvansal çıktı ve içeriklerin yer almadığı (vegan) bir senaryoda, küresel tarım alanlarının kullanımının %75 oranında azaltılabileceğini ve halen dünyayı besleyecek miktarda ürün temin edilebileceğini ortaya koyuyor (Bu da ABD, Çin, Avustralya ve AB ülkelerinin toplam alanına eşit bir alana tekabül ediyor).
Ayrıntılı bilgi ve ilgili kaynaklar Neden Vegan başlığı altında web sitemizde.
Kaynak: Plantbased News
Kapak fotoğrafı: Independent Türkçe
(*) Et ve ürün sözcükleri, haberde ve alıntılarda geçtiği gibi kullanılmıştır. Ancak hayvanların beden parçalarının ve salgılarının “ürün” ve “et” olarak tanımlanması, insan harici hayvanların mal statüsünü devam ettirmesi sebebiyle TVD olarak söylemlerimizin dışındadır. Hayvan ve hayvansalların tüketimi her şeyden önce etik bir sorundur.