Türkiye yanıyor, dünya yanıyor. Pek çok kişi gibi çaresizlik hissiyle yaşananları izlerken, yardım çağrılarını elimizden geldiğince ulaştırmaya çalışıyoruz. Bilgi kirliliği arasında kaybolmamak için de olabildiğince yol gösterici içerikler bulmaya ve oluşturmaya çalışıyoruz. Çünkü insan kaynaklı faaliyetler sonucu sayısı ve şiddeti gittikçe artan orman yangınları son birkaç on yılda gerek insanların, gerek insan harici hayvanların yaşamını, fiziksel ve ruhsal sağlığını, hatta varlığını tehdit eder hale geldi. ABD’den Brezilya’ya, Avustralya’dan Türkiye’ye kadar dünya çapında art arda gerçekleşen büyük ölçekteki orman yangınları, görünenin ardında unutulmayacak ve unutulmaması gereken yıkımlara sebep oluyor.

Rapor edilen hava durumuyla ilgili doğal afetlerin sayısı 1960’lardan bu yana dünya çapında üç kattan fazla arttı. Bu afetler her yıl, başta gelişmekte olan ülkelerde olmak üzere 60.000’den fazla insanın ölümüyle sonuçlanıyor[1].

Orman yangınları atmosfere büyük miktarlarda karbondioksit, karbon monoksit ve ince partikül madde salarak havayı ve iklimi etkiliyor. Ortaya çıkan hava kirliliği, solunum ve kardiyovasküler problemler de dahil olmak üzere bir dizi sağlık sorununa neden olabiliyor.

Orman yangınları ve volkanik faaliyetler, 1998-2017 yılları arasında dünya genelinde boğulma, yaralanma ve yanıklardan kaynaklanan 2400 ölümle 6,2 milyon insanı etkiledi [1]. Ancak iklim değişikliği nedeniyle orman yangınlarının boyutu ve sıklığı her geçen gün artıyor. Daha sıcak ve daha kuru koşullar ekosistemleri kurutuyor ve orman yangınları riskini artırıyor.

2030-2050 arasında iklim değişikliğinin yetersiz beslenme, sıtma, ishal ve ısı stresinden yılda yaklaşık 250.000 ek ölüme neden olması bekleniyor[1].

2020’deki Avustralya yangınından bir kare. Fotoğraf: David Cairn/Al Jazeera

İklim değişikliği ve kronik ruh sağlığı riskleri

Orman yangınlarının bir diğer önemli sağlık etkisi, çoğunlukla göz ardı edilen ruh sağlığı ve psikososyal esenlik hali. Bilim insanları, büyük ölçekli yangınlara doğrudan maruz kalmanın, özellikle travma sonrası stres bozukluğu (TSSB – PTSD) ve depresyon olmak üzere zihinsel sağlık bozuklukları riskini önemli ölçüde artırdığını ortaya koyuyor.

UC San Diego Tıp Fakültesi Psikiyatri Bölümü profesörleri yaptıkları bir çalışmada[2], kişinin hayatında geçmişte yaşadığı duygusal düzeydeki travmatik olayların bu tür afetlerde ruh sağlığı durumunu tetiklediğini söylüyor.

Çocukluk çağı travması veya uyku bozukluklarının zihinsel sağlık sorunlarını şiddetlendirdiğini belirten uzmanlar, ABD California’da büyük yıkıma sebep olan yangınların ardından, doğrudan yangınlara maruz kalan ve yangın bölgelerinden daha uzakta yaşayan bireyler üzerinde yaptıkları değerlendirmeler sonunda bu kişilerin yaklaşık üçte ikisinin yangından 16 ila 24 km uzaklıkta olduklarını, TSSB, depresyon ve anksiyete bozukluklarında yangına yakınlık ve yangına maruz kalma veya istismar ve ihmal gibi çocukluk çağı travmalarını, olumsuz deneyimlerle kötüleşen unsurlar olarak tespit ettiler.

Endişe verici olan şey, UC San Diego’daki Scripps Oşinografi Enstitüsü profesörü olan ve çalışmanın ortak yazarı Veerabhadaran Ramanathan’ın dediği gibi, Orman yangını gibi stresli yaşam olaylarının iklim değişikliği nedeniyle daha sık hale gelmesi.

AP Photo / John Locher

“1970’lerden bu yana California’daki yangınların boyutu yüzde 400 arttı” diyen Ramanathan, geleceğe dair karanlık bulguları paylaşıyor: “2018’deki orman yangınını hatalı bir iletim hattı çıkarmış olsa da bu, insan kaynaklı iklim değişikliğinin körüklediği, birden fazla yılı kapsayan genel bir felaket eğiliminin parçası. Havanın, toprağın ve ağaçların buharlaşarak kuruması yoluyla, ısınma bir kuvvet çarpanı görevi görür. 2030 yılına kadar, ısınmanın yüzde 50 artması muhtemel. Bu çalışma, ruh sağlığı sorunlarını önümüzdeki on yıllar için ciddi bir risk olarak karşımıza çıkarıyor.”

Etkileşim “ahı”: Hayvan tüketimi, yağmur ormanları ve iklim krizi

Her saat dünya çapında 800 futbol sahası genişliğinde orman alanı yok oluyor ve tüm dünyada yıkıcı yangınlar yaşanıyor[3]. 2090’a kadar ise Avrupa Birliği’nde yanan alanların yüzde 200 artabileceği öngörülüyor. Bilimsel kanıtlar, insan kaynaklı iklim değişikliğinin orman yangını faaliyetlerindeki hızlı ve benzeri görülmemiş artışların temel itici gücü olduğunu gösteriyor.

Sıcaklık arttıkça atmosferin suyu ekosistemden çekme yeteneği katlanarak artıyor. Son 15 yılda, atmosferin suyu ekosistemden çekme yeteneği 120 yıllık ortalamasından yüzde 12 daha yüksek.

İklim modelleri, 2050 yılına kadar yanmış alanların yüzde 60 artacağını ve yangın mevsiminin 23 gün daha uzun süreceğini öngörüyor.

Yangınlar yanmış alanları erozyona, sel baskınlarına, çamur kaymalarına ve toprak kaymalarına daha yatkın hale getirir; bitki ve hayvanların yaşam alanlarını yok eder. Yangınlardan kaynaklanan sellerin yanı sıra enkaz ve tortular su kaynaklarını kirletebilir.

Brezilya’daki Amazon Yağmur Ormanları’nın büyük bölümünde sığır eti ve Endonezya’da palm yağı üretimi için yok edilen orman bitki örtüsü, aynı zamanda hayvancılık sektörünün ihtiyaç duyduğu yemleri üretmek için tarım alanlarının açılması ve yüksek koruma değeri olan alanların yapılaşma ve endüstrileşme amacıyla yaygın bir şekilde, kasıtlı olarak yakılmasıyla da ortadan kaldırılıyor.

Özellikle endişe verici olan şey, bu büyük çaplı ve insan kaynaklı orman tahribatlarının geniş bölgelerdeki ekosistemlerin direncini ne ölçüde aşındırdığı[4].

Evet, ateşe uyum sağlamış çoğu bitki ve hayvanın iyileşeceğini beklemek akla yatkın olabilir. Ancak ekosistemler üzerindeki devasa, tekrarlayan ve yüksek şiddetteki orman yangınlarının ekolojik maliyetleri devasa olabiliyor.

Avustralya yangınlarında hayatını kaybeden ineklerden bazıları, 1 Ocak 2020. EPA-EFE/Sean Dave

Tüm türler, doğrudan ve dolaylı olarak birbirlerine bağlı ve bağımlı oldukları için karmaşık bir etkileşim ağıyla hayatta kalırlar. Besin ağı, bu tür ağlara iyi bir örnektir. Bu kadar çok sayıda bitki ve hayvanın eşzamanlı kaybı, türlerin etkileşim biçimleri üzerinde kademeli etkilere sahip olabilir – ve dolayısıyla yüksek şiddetteki orman yangınlarından sonra ekosistemlerin iyileşme ve düzgün çalışma yeteneğini de olumsuz etkileyebilir.

Bu nedenle orman yangınlarından kaynaklanan biyoçeşitlilik kaybını, yalnızca bir veya iki karizmatik hayvan türü yerine, insanlar da dahil olmak üzere etkileşim halindeki organizmaların tüm ağları açısından değerlendirmek çok önemli.

Örneğin, ekosistemlerin türlerin yok olmasına karşı direncini inceleyebilen ekolojide yeni yöntemler kullanarak Portekiz’deki orman yangınları kaynaklı bitki ve hayvan kayıpları hakkında yapılan bir araştırma, yanmış alanlarda etkileşime giren bitki ve hayvan ağlarının kırılgan hale geldiğini ve türlerin yok olmasına daha yatkın hale geldiğini buldu.

Böcekler tarafından yapılan polenleşmenin ortadan kalkması, yıkıcı orman yangınlarının bir başka önemli etkisidir. Son yıllarda, büyük ölçüde insan faaliyetleri nedeniyle dünya genelinde tozlayıcı (polenleşmeyi sağlayan) hayvan türlerinde büyük düşüşler görüldü. Bilim insanları tarafından kesin bir rakam verilemese de geniş çaplı yangınlarda milyonlarca böceğin hayatını kaybettiği biliniyor.

Portekiz’de yapılan araştırma, güvercinkuyruklu atmaca güvesi olarak bilinen türlerin polenleşme/tozlaşma açısından kritik bir öneme sahip olduğunu ortaya koydu.

Tozlaşma sadece büyüleyici bir doğa fenomeni değildir; temel bir ekolojik hayatta kalma işlevidir. Tozlayıcılar olmadan, insan türü ve dünyanın karasal ekosistemleri hayatta kalamaz. Günümüzde dünyadaki gıdanın %90’ı 82 çeşit bitkiden elde edilirken bu bitkilerin %80’i arılar tarafından dölleniyor ve bir arı kolonisi tek başına 300 milyon çiçeği tozlayabiliyor. 250.000 bitki türünün %88,7’si kapalı tohumlu bitki ve bunların %90’ı da yine arılar, böcekler, güveler ve sinekler tarafından tozlaştırılıyor[5]. Ancak Birleşmiş Milletler uyarıyor: Başta arı ve kelebekler olmak üzere tozlayıcı omurgasız hayvanların yüzde 40’ı küresel ölçekte tehdit altında.

Yangından kaçamayanlar

Yangın mevsimleri uzuyor ve yangınlar daha şiddetli olup daha hızlı yayılıyor, daha uzun sürüyor. İklim değişikliği sıcaklıkları artırıp kuraklık koşullarını kötüleştirdikçe, doğal alanlar giderek daha kuru ve yanmaya daha meyilli hale geliyor.

Araştırmacılar giderek sıklaşan bu orman yangınlarının, gelişmek için hem yanmış hem de yanmamış habitatlara ihtiyaç duyan kara sırtlı ağaçkakan gibi yangına adapte olmuş türleri bile olumsuz etkileyeceğinden endişe ediyor.

Yaban hayvanlarının bazıları önlerinde engel yoksa ve yeterince hızlılarsa, yangından ve gittikçe ısınan ortamlardan kaçma yeteneğine sahip olabiliyor. Kuşlar uçup gidebilir, memeliler koşabilir, amfibiler ve diğer küçük canlılar toprağa gömülüp kütüklerde saklanabilir ya da kayaların altına gizlenebilir. Elk gibi büyük türler dahil olmak üzere diğer hayvanlar da dere ve göllere sığınabilirler.

Fakat farklı noktalarda aynı anda veya art arda çıkan yangınlar hayvanların sıkışıp kalmalarına neden olup onlara kaçış rotalarında şans bırakmayabilir. Daha da önemlisi, insan yerleşimleri ve endüstriyel faaliyetlerin genişlemesi nedeniyle yaban hayvanlarının yaşam alanları o kadar küçüldü ki kaçabilecekleri çok daha az yer kaldı.  

Fotoğraf: Friends of the Koala

Yeterince hızlı koşamayan, barınma imkanı bulamayan, köylerdeki ağıl ve ahırlarda veya fabrika çiftliklerinde esir tutulan veya evlerin bahçelerinde zincirle bağlanan ya da barınaklardaki kafeslerde tutulan bazı hayvanlar ise müdahale edilmediği ve şans verilmediği takdirde dumandan boğularak ve/veya yanarak hayatını kaybedebilir. Doğada özellikle genç ve küçük hayvanlar risk altındadır.

Bazı kaçış stratejileri de bu tür durumlarda işe yaramayabilir. Örneğin bir koalanın ağaca tırmanmaya yönelik doğal içgüdüsü onu yangınlarda tuzağa düşürebilir.

Yüksek ısı, mantarlar gibi toprağın derinliklerine gömülü olan ve canlı yaşamı için kritik bir role sahip organizmaları bile öldürebilir. Oregon Corvallis’teki ABD Orman Servisi’nden bir mikolog olan Jane Smith, orman yangınında yanan kütüklerin altında 700 °C (1292 derece Fahrenhayt) ve yüzeyin tam 5 cm altında 100 °C (212 derece Fahrenhayt) kadar yüksek sıcaklıklar ölçtü[6]. Yine de, tıpkı bazı bitkiler gibi “ateş ve ısı seven” bazı mantar türleri, yangın sırasında hayatını kaybeden diğer canlılardan beslenerek orman ekosisteminin daha güçlü bir şekilde yeniden oluşmasına yardım edebilir.

Yangınlardan çıkan duman sebebiyle hava kalitesi olumsuz etkilendiği gibi, doğal alanlar üzerinde kalıcı etkiler de görülebiliyor. Hava kalitesini iyileştirmeye yardımcı olan ağaçların toparlanması için zamana ihtiyaçları oluyor ve bu çok uzun bir süreyi bulabiliyor[7].

ABD Oregon yangınında kök sistemlerinin yanışı, 21 Eylül 2020. Kaynak: KGW

Daha büyük ağaçlar yangın sonrası hemen ölmeyebilir ve yangının gövdede bıraktığı hasar ölümcül bir yara formunda kendini gösterip patojenlerin gövdeye girmesine neden olabilir. Bu ağaçların ölmesi yıllar alır. Ancak yangına yenik düşen ağaçlar, ağaçların üst katmanında (kanopi) boşluklar meydana getirerek hayatta kalan ağaçların fırtınalarda devrilmeye daha duyarlı hale gelmesine sebep olabilirler.

Bu büyük ağaçlar düştüğünde ise, karanlık yağmur ormanlarının alt katmanları, içinde yaşayan tüm türlerle birlikte tehlikeye girer; derin gölgede gelişen biyota için yıkıcı sonuçlar doğurur.

Habitat Değişimi

Yangının yaban hayvanlarının doğal yaşam alanları üzerindeki en büyük etkisi habitatlarındaki değişimdir ve hayvanların en çok ihtiyaç duyduğu üç şeyi değiştirmesidir: yiyecek, su ve barınma. Yiyecek sağlayan hassas alt bitkiler ve çalılar kaybolur; bu kayıp genellikle yaban hayatın yiyecek, su ve barınma imkanının daha kolay bulunabileceği alanlara taşınmasıyla sonuçlanır.

Ormanlar gibi yaban hayatı habitatları statik değildir; diğer doğal sistemler gibi evrimleşirler ve bozulma hallerine tepki verirler. Yangın, etkilediği alanlarda habitatların oranını, düzenini ve karakteristiğini değiştirir. Yangından hemen sonra geçici yiyecek ve barınma ortamı kaybı olabilir. Hayvan popülasyonları, serin ve nemli koşulları tercih eden türlerden sıcak ve kuru koşulları tercih eden türlere kayabilir.

Ancak yangınlar, sayısı ve şiddeti artmadığı sürece her zaman ormanlar için istenmeyen doğa olayları olarak görülmemeli. Çünkü doğanın kendi dengesi içinde yangın ekolojisi olarak bilinen, bitki ve hayvan türlerinin dahil olduğu bir yenilenme, adaptasyon ve direnç kazanma süreci var. Uzmanlara göre[6,7], bu sürecin yakın takip ve denetim ile yaşanmasına izin vermeden, yalnızca kamuoyu baskısını gözeterek, bilinçsizce veya göstermelik yapılan ağaçlandırma çalışmaları, orman içi yerleşim, otel, maden ve HES projeleri kadar ormana ve orman ekosisteminin tamamına zarar veriyor.

Yapmamız gereken ormanları insan baskısından, varlığından ve etkisinden korumak, orman ekosisteminin kendisine zarar vermemek, yangınları meydana gelmeden önce önleyebilecek şekilde bilimsel temele dayanan politikalar üretmek ve orman içi rant ve turizm projelerine karşı sesimizi yükseltmek.

45 yılı aşkın bir süre önce Amerikalı evrimci ekolog Dan Janzen, “Çok daha sinsi bir yok oluş türü var: ekolojik etkileşimlerin yok olması” diyordu[4]. Bugün bu etkileşimlerin ne denli zedelendiğini peşi sıra yaşadığımız çevresel felaketler ile daha net görüyoruz.

Çözüm?

İnsan faaliyetlerinin atmosfere saldığı karbon miktarı nedeniyle, çoktan tetiklemiş olduğumuz iklim değişikliğinin etkilerinden kaçmamız oldukça zor görünüyor. Orman yangını sorununa yönelik en önemli uzun vadeli çözüm, küresel ısınmayı yavaşlatmaya yardımcı olmak ve orman yangınlarının yoğunlaşması da dahil olmak üzere risklerin büyüklüğünü sınırlamak için ileriye dönük karbon emisyonlarımızı azaltmaktır.

Karbon emisyonlarımızı aşağı çekmenin ve “dünya üzerindeki etkimizi azaltmanın en temel yolu” ise, bugüne kadar yapılan en kapsamlı küresel gıda-çevre araştırmalarından birini yürütmüş olan Oxford Üniversitesi bilim insanlarının da belirttiği gibi, bitkisel beslenmeye geçmek ve vegan yaşam tarzını benimsemek. Yani bireyler olarak hayvan kullanımı ve hayvansalların tüketimine son vermek, karar vericiler ve yasa yapıcılar düzeyinde ise bu yönde kurumsal ve yasal değişimi talep etmek.

Yapabileceğimiz en basit şey bize ezberletilen ve doğru bilinen yanlışları araştırmak, sorgulamak; dönüşmek ve dönüştürmek. Ve elbette, böylesi afet dönemlerinde birbirimizle dayanışma göstermek ve destek mekanizmalarını devreye sokup duyurmak.

Bir an önce Türkiye çapındaki yangınların kontrol altına alınmasını ve söndürülmesini umut ediyor, benzer faciaların yaşanmaması için acilen şeffaf ve uygulanabilir bir eylem planı oluşturulmasını istiyoruz.


Kaynaklar: [1] Dünya Sağlık Örgütü, [2] University of San Diego – UCSD.edu, [3] Avrupa Komisyonu, [4] The Conversation, [5] Research Gate, [6] National Geographic, [7] PBS.org

Kapak fotoğrafı: John McColgan, ABD, 2000, Bitterroot National Forest

Önceki İçerikVegan baba kızı için bitkisel süt mücadelesini kazandı
Sonraki İçerikHayvansaldan bitkisel beslenmeye geçiş: Bitki Temelli Anlaşma

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.