Hayır, bitkiler insan ve insan dışı hayvanlar gibi acı çekmiyor ama evet, bitkiler de kesinlikle canlı. En azından günümüzdeki mevcut bilimsel bulgulara göre durum bu. Bitkiler; kokulara, seslere ve ışığa tepki veriyorlar. Hatta alanları için savaşıyor, yiyecek arıyor, avcılardan kaçıyor ve avlarını kapana kıstırabiliyorlar. Ancak biz hayvanlardan önemli bir farkları acıyı hissetmiyor ve işlemiyor olmaları.

Veganların en sık duyduğu mitlerden biri olan bu söylem, bazı insanların hayvanlara yaşatılanlar sebebiyle kendilerini rahatlatmak için kullandıkları yaygın bir mazeret. Aynı zamanda pek çok kişi tarafından, bitkilerin çektiği farazi acıyı önlemeyi amaç edinmekten çok uzak bir şekilde kullanılıyor.

Hayvanların “et”, yumurta, süt, bal, kürk, vb. üretimi için ömür boyu sömürülmesi, bu süreçlerde büyük acılar çekmesi ve kitlesel olarak öldürülmesi, onları yiyecek olarak tüketmemek veya “meta” olarak görmemek için son derece yeterli ve somut sebepler. Fakat bu gerekçeler karşısında “ama bitkiler de acı çekiyor” veya “ama bitkilerin de canı var” diyenler, veganların en temel dayanaklarını değersizleştirmek amacıyla bu argümanı kullanıyor.

Aynı zamanda hayvanlara yapılan tüm kötü muameleleri ve sistematik istismarı, bitkileri yemekle eşdeğer hale getirmeye, bitkilerin ve hayvanların hissedebililik düzeylerinin aynı olduğunu temelsiz bir iddiayla kanıtlamaya çalışıyor.

Oysa gerek videolar ve belgeseller sayesinde gördüğümüz bizden gizlenen görüntüler, gerekse bilimsel çalışmaların sonuçları iki durumun kıyaslanamayacak kadar farklı olduğunu gösteriyor.

Uyarı: Video tetikleyici ve üzücü şiddet görüntüleri içeriyor. Videoya 18 yaş üstü sınırlaması getirildiğinden yalnızca YouTube üzerinden izlenebiliyor. Fotoğraf üzerine tıklayıp Linas Korta hesabından hissedebilirlik, acı ve ölüm gerçeğini hayvanların gözünden izleyebilirsiniz. Videoda bir sığır, mezbahada başına dayanan tabancayla öldürülmeden hemen önce, sıkıştırıldığı daracık alandan kaçma umuduyla büyük bir çaba sarfediyor ama ne yazık ki başarılı olamıyor (*).

Bitkilerin merkezi sinir sistemi ve acı reseptörleri yok

Yeryüzündeki çeşitliliği ve güzelliğiyle göz kamaştıran, evrimsel ve tarihsel olarak insanların ve insan dışı hayvanların yaşamlarını ve gelişimlerini borçlu olduğu bitkilerin canlı olduğu ve ortamdaki değişikliklere tepki verdikleri aşikar. Hatta Michael Pollan’ın muhteşem kitabı “Arzunun Botaniği”nde de anlatıldığı gibi insanları yüzyıllar boyunca kendi evriminin yararına kullanan bitkilerin beyinleri, merkezi sinir sistemleri ve daha önemlisi, ağrıyı ve acıyı hissetmek için reseptörleri yok.

Evrimsel olarak baktığımızda bu durum oldukça anlamlı. Acıyı hissetmenin biz hayvanların hayatta kalma mücadelesi için önemli bir fonksiyonu var: Acı, bize mevcut durumda bir terslik olduğunu gösterir ve hızlı bir şekilde tepki vermemizi, acıdan kaçmamızı sağlar. Öte yandan, bitkiler için savaşma veya kaçma gibi ani tepkiler vermek söz konusu değildir. Dolayısıyla acıyı hissetmek, bir bitkinin hayatta kalma ihtimalini artıramaz. Bu sebeple acıyı hissetmenin bitkilerde evrimleşmiş olması çok uzak bir ihtimal.

Acı sadece fiziksel tepki değil, duygusal bir deneyimdir

Üstelik acı yalnızca fiziksel bir tepki değil, aynı zamanda öznel bir duygudur. İnsan ve insan dışı hayvanlar acıyla bağlantılı korku, üzüntü ve öfke gibi pek çok duyguyu hissedebilir; omurilik ve beyne sinyal gönderen sinirler aracılığıyla fark edilen acıyı bilinçli bir şekilde işleyebilir. Örneğin bir inek doğum yaptıktan hemen sonra yavrusundan zorla ayrıldığında duygusal ve psikolojik anlamda acı çeker ve bu acı oldukça uzun sürer; tıpkı aynı durumdaki bir insanın yaşayabileceği duygusal ıstırap gibi.

Dolayısıyla acı, gelecekte karşılaşılabilecek benzer riskleri önlemek ve iyileşmeyi sağlamak için fiziksel tepkinin öznel bir duygusal deneyime dönüştürülme, zihinsel bir süzgeçten geçirilme sürecidir.

“Ama bitkiler de acıyı hissediyor” söylemini kanıtlamak için örnek olarak sunulan bazı araştırma ve bulgulardaki kimyasal tepkime örnekleri (gaz/kimyasal salgılama, titreşim veya ses çıkarma, vb.), bazı bilim insanlarınca daha derinlemesine felsefi bir tartışmayı da beraberinde getiren bilinç ve hissedebilirlik kavramına atıfta bulunsa da, pek çok bilim insanı tarafından merkezi sinir sisteminin yokluğunda basit birer mekanik uyaran-tepki olarak nitelendiriliyor. Tıpkı bitkilerin güneş, su veya topraktaki uyaranlara verdikleri yanıt gibi…

Bitkilere dair bu tür mevcut çalışmalarda yöntemsel eksikler nedeniyle de çoğu zaman daha fazla araştırma yapılması gerektiği vurgulanıyor. Bazıları ise zaten hakem denetiminden dahi geçmemiş olan araştırmalar olarak karşımızda duruyor.

Özetle, bir tehdite karşı fiziksel bir tepki göstermek ayrı, bunu zihinsel ve duygusal anlamda işlemek ayrı.

Bilim insanları tarafından bir canlının acıyı hissedip hissetmediğini anlamak için kullanılan iki kriter, canlının acıyı hissetmek için gerekli fiziksel niteliklere sahip olup olmadığı ve acıyı hisseder şekilde davranıp davranmadığıdır. Kendi deneyimimiz dışında başka hiçbir canlının hissettiklerini doğrudan deneyimlemediğimiz için, gerek insanların gerekse insan dışı hayvanların acı çekip çekmediğini bu iki kriter sayesinde anlarız.

İnsanların, köpeklerin, tavukların, ineklerin, koyunların, balıkların ve daha nice hayvanın acıyı hissedebildiğini, verdiği tepkilerden açıkça anlayabiliyorken, bitkiler için durum böyle değil.

Veganlar “et” yiyenlerden daha az bitki tüketiyor

Öte yandan eğer ki bitkiler acıyı bizim gibi hissetseydi –ki gelecekte bir gün belki de bizim bildiğimiz şekilde acı hissetmeye eşdeğer bir bulgu elde edilebilir- vegan beslenme yine de hepçil (omnivor) beslenmeye göre daha az acıya sebep olurdu. Bunun en önemli sebebi, mevcut gıda sisteminde veganların hepçillerden ve “et” tüketenlerden çok daha az bitki tüketmesi.

Buna inanmak güç gibi görünebilir, fakat bilimsel araştırmalar ve raporlar gerçekleri net bir şekilde ortaya koyuyor: Dünyada yetiştirilen tahılların yarısı, insanların öldürmek için ürettiği ve ömür boyu sömürdüğü hayvanlara yediriliyor (Hayvanlara yedirilen tahılların %85’i de, gelişmiş ülkelerdeki hayvanlar için ayrılıyor).

Bilimsel ve mevcut kaynaklara ek olarak, 7,8 milyarlık insan nüfusunun “tüketimi” için dünya çapında yılda en az 83 ila 150 milyar hayvanın, Türkiye’de ise en az 413 milyon hayvanın (balıklar hariç)** yetiştirildiğini ve öldürüldüğünü göz önünde bulundurursak, basit bir akıl yürütmeyle bitkileri “asıl öldürenin” hayvancılık endüstrisi ve hayvan tüketimi olduğunu görmek daha kolay olacaktır.

Bu açıdan bitkilerin acıyı hissedip hissetmemesi ne yazık ki bir şeyi değiştirmiyor. Bitkilerin acıyı hissedebildiği bir senaryoda dahi veganlık, dünya üzerindeki önlenebilir acıyı en aza indiren en etik ve en sürdürülebilir yaşam biçimi olurdu.

Nitekim, bugün hayvancılık sektörü ve madencilik gibi insan faaliyetleri ormanları ve doğal bitki örtüsünü, dolayısıyla yaban hayvanlarının da yaşam alanlarını durmaksızın yok etmeye devam ederken, insan kaynaklı küresel tahribatı görmezden gelip bir başka haksızlığı bu tür argümanlarla normalleştirmeye çalışmak pek mantıklı değil.

Uyarı: Video tetikleyici ve üzücü şiddet görüntüleri içeriyor. Kaynak: Tras Los Muros & The Lives of Animals

Kuzunun boğazını kesmekle bitkiyi budamak gerçekten de aynı mı?

Son olarak çok basit bir gerçeği beraber ele alalım: Bir kediyi, bir ineği veya bir kuzuyu alıp boğazına bıçak dayadığımızda veya kollarını ve bacaklarını parçalara ayırdığımızda –ki son ikisini öldürmenin normal karşılandığı bir dünyada dahi, pek çok kişi şok olacak, travma yaşayacak ve bizi durdurmaya çalışacaktır. Fakat aynı kişiler, çimleri biçtiğimizde, bitkileri budadığımızda veya ağaçtan elma kopardığımızda hiçbir olumsuz tepki vermeyecektir. Pek çok kişi için bunların birer hobi veya zevk unsuru olduğu gerçeğini de unutmayalım.  

Bir koyunun boğazını kesmekle bir bitkinin başını kesmek veya bıçağı salatalığa saplamakla bir köpeğe saplamak -ki bu, bazı Uzakdoğu ülkelerinde yaygın bir uygulama, aynı şey değil. Bir eşeği, buzağıyı veya kediyi tekmeleyen birini gördüğümüzde hissettiğimiz öfke ve engelleme hissi, bir çiçeği bulunduğu yerden koparan birine duyduğumuz kızgınlıkla çoğu zaman aynı seviyede değil.

Tam da bu yüzden çocuklarımızı bir piknik sırasında çilek, kiraz veya böğürtlen toplamaya rahatlıkla götürebiliyoruz ama hiçbir zaman bir mezbahaya gezi düzenlemiyor, gönül rahatlığıyla bunun aynı şey olduğunu söyleyemiyoruz.

Fotoğraf: Jose Valla – Man with Dogs (We Animals Media‘nın HIDDEN adlı kitabından) Kaynak: Indiegogo HIDDEN kampanyası

Damak zevkimize ve keyfi alışkanlıklarımıza gerekçe aramaktan vazgeçmek  

Hayvanlara yaşattıklarımızı önlemeye çalışmak yerine, kapalı kapılar ardında görmediğimiz ya da görmeyi reddettiğimiz vahşeti sürdürmeye çalışmak için telaşlı bir şekilde gerekçeler aramanın arkasındaki sebep, dışarıdan oldukça net bir şekilde gözüküyor aslında. Hayvanlara yaşatılanların önlenebilir olması ve bunun bilincinde olmak, pek çok kişiyi buna karşı çeşitli sebepler aramaya itiyor çünkü değişmesini istemediğimiz ayrıcalıklarımız ve alışkanlıklarımız var. “Ama bitkilerin de canı var!” serzenişinin altında yatan nedenlerden biri de işte bu: konfor alanımızdan çıkmak istememek.

Oysa onlara yaşattığımız korku ve ıstırabı çok kolay bir değişiklikle önleyebiliriz. Vegan bir yaşamı benimsemek ve bitki temelli beslenmeye geçiş yapmak hem bunun için hem de daha etik, sürdürülebilir ve sağlıklı bir yaşam için çok iyi bir başlangıç.


* 2011 tarihli Zulmü Görüntüle videoları da dünyanın her yerinde mezbahalarda hayvanlara yaşatılan acıların ne denli korkunç olduğunu kanıtlar nitelikte (Uyarı: Video tetikleyici şiddet görüntüleri içeriyor).

** Balıklar ne yazık ki birey olarak değil, ton olarak hesaplandığından, biz de TUİK’ten ancak bu şekilde Türkiye verisini paylaşabiliyoruz: 2019’da Türkiye’nin “su ürünleri üretimi” 836 bin 524 ton olarak kayıtlara geçmiş durumda. Buna balık ve deniz canlısı avcılığı ile üretimi dahil. Dünyada ise “deniz ve iç su avcılığı toplam üretimi son yıllarda 90 milyon ton seviyelerinde. Dünya su ürünleri üretimi ise 2017 yılında 172,7 milyon ton olarak gerçekleşmiştir (FAO, 2019). Bu rakamlar Türkiye ve dünya çapında milyarlarca balığa ve deniz canlısına eşdeğer olmalı.

Not: Konuyla ilgili bir başka yazıyı ise blog.veganoluyorum.com sitesinde bulabilirsiniz.

Kaynaklar: Million Dollar Vegan, Skool of Vegan, The Minimalist Vegan, Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü – FAO, Cowspiracy, IOP Science1, IOP Science 2, BBC, FAO, T.C. Tarım ve Orman Bakanlığı  


Kapak fotoğrafı: Tras Los MurosAitor Garmendia

Önceki İçerikVegan Yaşama Dair Mitler: “Yün Doğal ve Zararsızdır”
Sonraki İçerikAv ihalesi iptal edildi, 47 yaban keçisi kurtuldu!
2014'te Boğaziçi Üniversitesi İşletme bölümüne girdi. 2020'de Boğaziçi Üniversitesi Psikoloji bölümünden mezun oldu. Sosyal kimlik, ahlak psikolojisi ve türcülük ile ilgileniyor ve çalışmalarına sosyal psikoloji alanında devam ediyor. Çeviri ve içerik üretimi ile TVD'ye gönüllü destek veriyor.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.