16 Temmuz’da ProVeg International tarafından yayımlanan yeni bir rapor, “pandemiyle bağlantılı en riskli insan faaliyeti”nin (endüstriyel) hayvancılık ve hayvansal besin tüketimi olduğunu açıkladı.
Haziran 2018’de Oxford Üniversitesi bilim insanları tarafından Science dergisinde yayımlanan ve bugüne kadar küresel gıda sistemleri hakkında yazılmış en kapsamlı makale de, yeni raporun çıktılarını teyit eder ve bitki temelli beslenmeye dair geleceğe yönelik yol haritasını çizer nitelikte.
“Gıda ve Pandemiler” başlıklı ProVeg International raporu, zoonotik* hastalıklara neden olan ve birbiriyle etkileşim halindeki faktörleri ana hatlarıyla çiziyor: Hayvancılık faaliyetleri için doğal yaşam alanlarının ve biyoçeşitliliğin yok edilmesi, yaban hayvanlarının besin olarak tüketilmesi ve hayvanların gıda amaçlı yetiştirilmesi.
ProVeg International raporunda endüstriyel hayvancılığın oluşturduğu pandemi riski şöyle özetleniyor: “Felaketin formülü beklenmedik bir şekilde basit: bir hayvan, bir mutasyon, bir insan ve tek bir temas noktası. COVID-19’un çıkış noktası konusunda henüz kesin bir bilgi edinilmiş değil; fakat bu durum, domuz veya kuş gribi için geçerli değil. Bu virüslerin hayvan çiftliklerinden çıktığını biliyoruz. Bu tesisler, virüslerin evrimi ve bulaşması açısından mükemmel şartları oluştururken, aynı zamanda antibiyotik direncinin gelişmesine de neden oluyorlar. Bu nedenle geleceğin pandemileri için en uygun ‘kuluçka’ ortamı, fabrika tipi hayvancılığın yapıldığı tesisler.
Et, yumurta ve süt ürünlerine yönelik iştahımız ve hayvanların yaşam alanlarını yok eden faaliyetlerimiz; kısıtlı / kapalı alanlarda her geçen gün çok daha fazla sayıda hayvan tutmamıza neden oldu. Bu da bizi yabani ve evcilleştirilmiş hayvanlar ile daha yakın temas haline getirdi.”
COVID-19’dan kuş gribine
COVID-19 gibi salgınlar daha çok yaban hayvanlarıyla ilişkilendirilse de patojenler** yaban hayvanlarından çiftliklerde sütü, yumurtası ve eti için yetiştirilen hayvanlara ve buradan da insanlara kolaylıkla geçebiliyor. Tıpkı kuş gribi ve domuz gribinde olduğu gibi… Yaban hayvanlarıyla temas sonucu Ebola, Marburg, HIV, Batı Nil virüsü ile SARS, MERS ve COVID-19 gibi koronaviüslerin insana geçtiğini hatırlatan rapor; rota virüsü, çiçek virüsü ve influenza A gibi hastalıkların da insan tüketimi için evcilleştirilmiş hayvanlardan geçtiğini vurguluyor.
Bugün COVID-19 kaynaklı ölüm oranının %4,7 olduğunun ve COVID-19’un sıradan gripten 47 kat daha ölümcül olduğunun altını çizen rapor, kuşlardan geçen “kuş gribi” (H5N1) kaynaklı ölümlerinin oranının ise %60 olduğunu belirtiyor.
COVID-19 endüstriyel hayvancılık tesislerinden veya mezbahalardan çıkmamasına rağmen kaçınılmaz bir şekilde buralara girmeyi başardı ve pek çok farklı soruna neden oldu. Rapor; “mevcut pandemi, hayvancılık endüstrisinin hastalıklara ne denli açık ve salgınlara karşı ne denli savunmasız olduğunu gösterdi” diyor ve bu uygulamaların hayvanlar, insanlar ve gıda sistemine gerek etik, gerekse ekonomik boyutuyla ciddi zararlar verdiğini aktarıyor.
Raporda, önümüzdeki yıllarda karşılaşabileceğimiz pandemilerin daha sık ve ölümcül olacağına dair uyarılar da var. Uzmanların bu endişe verici öngörüsü insan faaliyetleriyle ve özellikle de küresel gıda sistemiyle doğrudan bağlantılı.
Hayvan, insan ve çevre için gelecek vegan
Hayvancılık, dünya çapında toprak kullanımını en fazla etkileyen insan faaliyetlerinden biri olarak görülüyor. Artan dünya nüfusuyla birlikte hayvansal ürünlerin üretim ve tüketimine devam edilmesi, mera ve tarla açıp hayvan yemi ekme amacıyla ormanların yok edilmesine neden oluyor.
Rapora göre, mevcut tatlı su kaynaklarının %70’i ve yaşanabilir arazilerin %50’si yem yetiştirmek ve hayvan üretimi için kullanılırken, dünyadaki tarım alanlarının %80’inden fazlası da et, yumurta ve süt üretimi için kullanılıyor.
ProVeg International’ın raporu, Birleşmiş Milletler Çevre Programı’ndan (UNEP) da destek buldu. ProVeg’in yeni raporunun “endüstriyel hayvancılık ile pandemi riski arasındaki bağlantıyı net bir şekilde ortaya koyduğunu” belirten UNEP Karasal Ekosistem Birimi direktörlerinden Musonda Mumba, “günümüzde patojenlerin, daha önce hiç görülmemiş bir şekilde yabani ve evcilleştirilmiş hayvanlardan insanlara geçebildiğini, buna imkan veren şartların da fazlasıyla mevcut olduğunu” vurguluyor.
İnsan faaliyetlerinden kaynaklanan iklim değişikliğine de değinen rapor, önümüzdeki yıllarda COVID-19 benzeri pandemileri engellemek için küresel gıda sisteminin, “dev bir zoonoz üretim makinesi gibi işleyen” hayvancılıktan uzaklaşacak şekilde kapsamlı bir dönüşüme girmesi gerektiğinin üzerinde duruyor.
Önsözünü yazar ve biyoetik profesörü Peter Singer’ın kaleme aldığı ProVeg raporu, gelecekteki pandemileri önlemek ve küresel düzeyde karşılaştığımız pek çok sorunu çözmek için atılacak en önemli adımlardan birinin, hayvanları ve hayvansal ürünleri tüketmeye devam etmek yerine bitkisel beslenmeye geçmek olduğunun altını çiziyor.
Umut vadeden gelişmelerin, çözüm önerilerinin ve karar vericiler ile birlikte bireylere yönelik çağrıların bir araya getirileceği raporun ikinci kısmı, 2020’nin üçüncü yarısında kamuoyuyla paylaşılacak.
Raporun İngilizce orijinal PDF versiyonuna bu bağlantıdan ulaşabilirsiniz.
Nereden yediğiniz değil, ne yediğiniz önemli: Oxford Üniversitesi raporu
ProVeg International’ın raporundan iki yıl önce Science dergisinde yayımlanan ayrıntılı bilimsel çalışma da, gıda sistemlerinin sera gazı salınımlarını inceleyerek üretim ve beslenme tercihlerimizin küresel düzeyde çevreye etkilerini ortaya koydu. Çünkü gıda üretimi dünyadaki toplam sera gazı salınımlarının 1/4’ünden sorumlu. Et, süt, yumurta ve deniz ürünlerini kapsayan hayvancılık ise, gıda sera gazı salınımlarının %31’ini oluşturuyor.
Besin maddesi olarak tanımlanan ve hayvanların da aralarında bulunduğu 29 “ürünü” toprak kullanımı, üretim, işleme, taşıma, perakende ve paketleme aşamalarıyla ele alan Oxford Üniversitesi makalesi, 119 ülkedeki 38 bin çiftlikten elde edilen verileri derledi.
Bu çalışmada öne çıkan en önemli bilgilerden biri, hayvansal ve bitkisel besinlerin sera gazı salınımları arasında ciddi miktarda fark olduğu. Yani hayvansal gıdaların bitki temelli besinlerden çok daha yüksek karbon ayak izi bıraktığı (ama buna rağmen protein ve kalori katkısının çok düşük olduğu)… Bu makaledeki verilerin görselleştirildiği Our World in Data’daki tabloya göre:
- 1 kg sığır eti üretmek 60 kg sera gazı salınımına neden olurken, 1 kg bezelye üretmek yalnızca 1 kg sera gazı salınımı meydana getiriyor. Soya sütü, kök sebzeler, mısır, domates, muz gibi bitki temelli besinler de bezelye ile benzer veya daha düşük sera gazı salınımına neden oluyor.
- 1’er kg kuzu ve peynir üretimi, 20 kg’dan fazla CO2 eşdeğeri sera gazından sorumlu.
- Kümes hayvanları ve domuz üretimi de diğer hayvansal gıda üretimlerine oranla daha düşük karbon ayak izine sahip olsa da, sera gazı salınımları çoğu bitkisel besinden çok daha yüksek (6 ve 7 kg CO2 eşdeğeri).
Tüm bu veriler ışığında işin bir de şu boyutu var: Endüstriyel hayvancılık ile ilişkilendirilen habitat kaybı ve fabrika tipi hayvancılığın çevreye zararı, insan sağlığına dair endişelerle birlikte pek çok kişiyi yerel çiftliklerden hayvansal ürün almaya yönlendirebiliyor. Oysa araştırmada ortaya çıkan veriler, aslında gıdanın “nereden” geldiğinden çok “ne” olduğunun ve bizim “nereden” değil, “ne” yediğimizin daha önemli olduğunu ortaya koyuyor.
Bu aşamada makaledeki şu veriler daha dikkat çekici hale geliyor: Çoğu gıdanın karbon ayak izi, daha çok (%80 oranında) toprak kullanımı ve çiftlik (üretim) aşamasında ortaya çıkıyor; gıda sistemlerinin diğer aşamalarında (işleme, nakliyat vb.) değil.
Araştırmaya göre taşıma/nakliyat aşaması, pek çok besinde %10’dan daha az bir salınım meydana getiriyor. Sadece nakil değil, işleme, perakende ve paketleme gibi tedarik zinciri aşamalarında da karbon ayak izi, çiftlik ve arazi kullanımı aşamalarına oranla düşük seyrediyor.
Nitekim bilim insanları hem makalenin düzeltilmiş versiyonunda hem de Science Daily ve The Guardian gibi mecralara verdikleri röportajlarda, üzerinde çalıştıkları farklı modellemeler doğrultusunda, hayvansal ürünlerin olmadığı bitki temelli bir beslenme biçiminin günümüzde ve gelecekte çevreye çok ciddi fayda sağlayacağını vurguluyor.
Buna göre;
- Hayvanların ve hayvansal ürünlerin yer almadığı (vegan) bir senaryo, tüm sektörlerde ortaya çıkan toplam küresel sera gazı salınımını %28 oranında azaltabilir. Aynı zamanda et ve süt ürünlerinin tüketilmediği bu senaryoda, küresel tarım alanlarının kullanımı da %75 oranında azaltılarak halen dünyayı besleyecek miktarda ürün temin edilebilir (Bu da ABD, Çin, Avustralya ve AB ülkelerinin toplam alanına eşit bir alana tekabül ediyor).
- En yüksek karbon ayak izine sahip hayvansal ürünlerin %50 oranında azaltılmasını içeren ikinci senaryoda ise, küresel sera gazı salınımları %20 azaltılabilir.
Bitki temelli beslenmenin, tatlı su kullanımını ve tarım alanlarının kullanımını da benzer bir şekilde azaltacağını belirten araştırmacılar, bu yaklaşım ve uygulamaların çarpan etkisi yaratacağını ve küçük davranış değişikliklerinin ne denli büyük ve çevre açısından olumlu sonuçlar meydana getirebileceğinin altını çiziyor.
Makalenin yazarlarından Joseph Poore, “Bu senaryolar, tropik ormanlar üzerindeki insan baskısını azaltarak bu arazileri yeniden doğaya kazandırabilir. (…) Dünya üzerindeki etkinizi azaltmanın en geçerli yolu vegan beslenme. Üstelik yalnızca sera gazlarını azaltmak için değil, okyanus ve denizlerdeki küresel asitlenmeyi ve ötrofikasyonu***, tarım arazileri ve su kaynaklarının kullanımı üzerindeki insan baskısını azaltmak için de geçerli. Et ve süt ürünlerini azaltmak, uçak yolculuklarını sınırlandırmak veya elektrikli otomobil almaktan çok daha somut sonuçlar doğurabilir.”
Veganlık ahlaki ve vicdani sorumluluk
Günümüzde yapılan bilimsel araştırmaların hayvanları ve hayvansal ürünleri tüketmenin sağlık ve çevre açısından zararlarına odaklanmaları ve bunları objektif bir şekilde sunmaları, beslenme ve yaşam tarzımızı değiştirmek için bize (ek) sağlam argümanlar sunuyor. Hayvanları “besin, ürün” olarak görmemek ve tüketmeye son vermek ise, diğer tüm dayanaklardan bağımsız olarak, hayvanlara karşı hem ahlaki hem de vicdani bir sorumluluk olarak her daim karşımızda duruyor.
Bilimsel çalışmaların da gösterdiği gibi, hayvan sömürüsüne son verip vegan bir yaşama geçiş yaptığımızda, bu sömürüden kurtulan yalnızca hayvanlar olmayacak. Hayvanlarla birlikte doğal alanlar ve sağlığımız da gıda manipülasyonundan kurtulacak.
(*) Hayvanlardan insanlara geçen
(**) Hastalıklara neden olan virüs ve bakteri gibi mikroorganizmalar
(***) Sudaki azot ve fosfat miktarının artması
Kaynaklar: VegNews, TotallyVeganBuzz, Oxford Üniversitesi, Our World in Data 1 & 2, Food Source UK, Science Daily, Science, Vegan Outreach, The Guardian