Science dergisinde yayımlanan yeni bir çalışma daha, bitki temelli beslenmeye geçişin insanlığın ve gezegenin var olma mücadelesi açısından kritik öneme sahip olduğunu ortaya koydu. Ancak hükümetler, iklim krizinin aciliyetine rağmen hayvan tüketimi odaklı gıda sistemlerine yönelik politika üretmekte ve bu geçişi kolaylaştırmada geri kalıyor. Peki, son veriler ışığında gıda sistemini değiştirmek için neler yapabilirler?

Geçtiğimiz yaz ve önceki yıllarda Amazon bölgesini yakıp kavuran büyük yangınların yediklerimizle doğrudan bağlantısı var. Küresel düzeyde artan “et” talebine yetişmeye çalışan çiftlik sahipleri yağmur ormanlarında yangınlar çıkartarak bu alanları otlaklara dönüştürmeye devam ediyor. Çiftlik sahiplerinin “gıda olarak” yetiştirdikleri hayvanları besleyebilmek için ormanları yakmaları, hem iklim değişikliği hem de biyoçeşitlilik açısından da bir felaketi beraberinde getiriyor.

Geçtiğimiz yıl NASA’ya ulaşan yangın alarmları Amazon tarihindeki en büyük orman katliamlarına işaret ediyor: Temmuz-Eylül 2019 arasında meydana gelen 554 bin yangın alarmının 376 bininin, yani yaklaşık yüzde 70’inin, et şirketlerinin hayvan satın alma bölgelerinde gerçekleştiği kanıtlanmıştı.

Dünyanın en büyük et şirketlerinin faaliyet gösterdiği Amazon ormanlarında çıkan yangınların çoğunun “et satın alma” bölgelerinde ortaya çıktığı verilerle ortaya konmuştu. Fotoğraf: Bruno Kelly/Reuters, Kaynak: The Guardian

Bu yangınlar mevcut küresel gıda sisteminin sürdürülemez olduğunun en güncel göstergesi. Çünkü yiyecek tedarik zincirinin her halkasında salınımlar mevcut. Karbondioksit, azot oksit, metan gibi zararlı sera gazları ormansızlaşma, ineklerin çıkardığı gazlar, hayvanlara yedirilen mahsullerin yetiştirilmesi gibi çeşitli sebeplerle salınmaya devam ediyor.

Gıda üretimi ve tüketiminde değişiklik için en doğru zaman şimdi

Science dergisinde yayımlanan yeni bir çalışma, yiyecek üretiminden kaynaklanan salınımın önüne geçmenin, hızla büyüyen iklim kriziyle mücadelede önemli bir faktör olduğunu gösteriyor.

Makale üzerinde çalışan araştırmacılar ilk kez gıda sektörünün yaptığı salınımı diğer salınım faktörlerinden izole ederek gezegen üzerinde etkisini belirledi ve sadece bu salınım miktarının Paris Anlaşması hedeflerini ulaşılmaz kıldığını ortaya koydu.

Araştırmacılara göre gıda sektörü dışındaki bütün sera gazı salınımlarının bugün kesildiği durumda dahi, gıda sektörünün yaptığı salınım son 50 yıldaki gibi devam ederse, yüzyılın ortalarına doğru küresel sıcaklık artışı 1,5 santigrat dereceyi aşmış olacak.

Gıda sistemi halihazırda sera gazı salınımının yüzde 30’undan sorumlu. Refah arttıkça ve insanların daha fazla “et ve süt ürünü” tüketmeye başlamasıyla bu oranın artması bekleniyor.

Araştırmanın yazarlarından Oxford Üniversitesi’nden Michael Clark, şu anki vahim artışı göz önüne aldığımızda, Paris anlaşması hedeflerini aşmamak için, gıdayı üretme ve tüketme şeklimizde acilen değişiklik yapmamız gerektiğini söylüyor. Bunu yapmak için en iyi zamanın 20 yıl öncesi olduğunu, ancak ikinci en iyi zamanın ise şu an olduğunu vurguluyor.

Ukrayna’daki bir süt çiftliği. Fotoğraf: Andrew Skowron

İklim krizine karşı bitki temelli beslenme, hemen şimdi!

Araştırmacılara göre gıda kaynaklı salınımları hızla kesmenin en iyi yolu, bitkiler açısından zengin bir beslenme biçimine acilen geçiş yapmak. İklim krizinin aciliyeti göz önüne alındığında, bu büyüklükte bir davranış değişimini yalnızca insanlara, yani bireysel düzeyde yapılacak değişikliklere bırakmak oldukça riskli.

Bu sebeple karar vericiler ve politika yapıcılar tüketicileri hayvan ve hayvansalların tüketiminin zararlarına karşı bilinçlendirmek ve bitkisel beslenmeye yönlendirmek için daha azimli olmalı ve daha yaratıcı adımlar atmalı.

Şimdiye kadar hükümetler iklim kriziyle mücadelede gıda sisteminin etkisini göz önüne almakta ve beslenme değişikliklerini hayata geçirmenin önemini vurgulamakta yetersiz kaldılar. Bugün ise hükümetler, geçmişte başarılı bir şekilde beslenme değişikliği meydana getirmiş olan halk sağlığı politikalarından yararlanarak işe başlayabilirler.

Karbondioksit salınımına çözüm: Bitkisel beslenme

Yüzyıl sonuna kadar 2 santigrat derecelik artışın altında kalabilmek için sadece 1500 gigaton (1 gigation = 1 milyar tona tekabül ediyor) karbondioksit salma hakkımız kaldı. Gıda sektörü bu şekilde salınım yapmaya devam ettiği takdirde, 1356 gigaton karbondioksit salınımı yaparak neredeyse diğer hiçbir sektöre yer bırakmayacak. Hesaba, en fazla salınım yapan enerji sektörünü de kattığımız takdirde, şu anki Paris Anlaşması hedeflerinin ulaşılmaz olduğu aşikâr.

Hayvancılık sektörünün çok büyük miktarda karbon ayak izine sahip olduğunu vurgulayan araştırma, karbondioksit salınımını düşürmek için en etkili yöntemin bitkisel beslenmeye geçiş yapmak olduğunu gösteriyor.

Venezuela-Brezilya sınırı, Amazon Yağmur Ormanları. Büyükbaş hayvancılık için sistematik bir şekilde ağaçlar kesildiği için ormansızlaşma devam ediyor. Fotoğraf: Nigel Dickinson / WWF-Canon

2018’de Science dergisinde yayımlanan bir başka çalışma da “et”, süt ve süt ürünleri, yumurta ve su ürünleri”nin, gıda kaynaklı sera gazı salınımının yüzde 56’sını oluşturduğunu ortaya koymuştu. Bu denli büyük ve zararlı bir salınıma rağmen, bu ürünler insanların aldığı toplam kalorinin yalnızca yüzde 18’ini ve proteinin de yüzde 37’si gibi oldukça düşük bir miktarını oluşturuyor.

Bitkisel beslenmeye geçiş için hükümetler neler yapabilir?

Başka bir araştırmanın yazarları hükümetlerin “et” ve süt tüketiminin yarattığı sorunların üzerine eğilmekte isteksiz oluşunun sebebini, ağırlıklı olarak bu endüstrilerin politika üzerindeki etkisine ve siyasi bağlantıların gücüne bağlıyor.

Ancak karar vericiler, beslenme ve gıda sistemlerinde değişimi tetiklemek için daha önce uygulanmış olan halk sağlığı politikalarına benzer bir şekilde etkili politikalar üretebilir. Örnek olarak bazı ülkelerde alkollü içkilere ve meşrubatlara getirilen vergilendirme kurallarının tüketimi düşürmesini verebiliriz.

Benzer şekilde hayvansallar gibi karbon ayak izi yüksek olan “gıdalar” için bir fiyatlandırma ve vergilendirme politikası geliştirilebilir. Hatta İngiltere’de faaliyet gösteren bazı sağlık kuruluşları, gezegene verdiği zararlar nedeniyle “et” ürünlerine yönelik özel bir “karbon fiyatlandırması” yapılması için hükümete şimdiden çağrı yapıyor.

Burada önemli bir nokta, getirilecek fiyatlandırma ve vergilendirme sisteminin yüksek ve düşük gelirli bireylerin gıdaya erişiminde daha fazla eşitsizlik meydana getirmemesi. Bunun için de bu yeni düzenlemeyi yaparken sağlıklı gıdaların ve bitkisel ürünlerin de sübvanse edilmesi ve devlet yardımı alması tavsiye ediliyor.   

Vergilere ek olarak, okullarda ve kamu kuruluşlarında sağlıklı gıdaların teşvik edilerek sağlıklı beslenme alışkanlığının, özellikle çocuklar ve gençler arasında geliştirilmesi ve yaygınlaştırılması öneriliyor.

Toplumsal farkındalığı artırmaya yönelik beslenme önerileri ve gıda olarak satılan ürünlerin etiketlenmesi de, hükümetlerin uygulayabileceği politikalar olarak sıralanıyor.

Makalenin yazarlarından Clark, sözlerini şöyle bitiriyor:  “Hepimizin bu bütünde bir rolü var. Davranışlarımızı ve yemekle ilişkimizi değiştirmek, daha iklim dostu bir gıda sistemine geçiş yapmak için hepimize sorumluluk düşüyor.”

Halihazırda milyarlarca hayvanın katledildiği, “et”, süt ve yumurta endüstrileri tarafından akıl almaz bir sömürüye maruz bırakıldığı, beden parçaları ve salgılarının besin olarak sofralarımıza getirildiği bir beslenme biçimi ne hayvanlar, ne insanlar, ne de gezegen için iyi. Vegan bir yaşama geçiş yapmak bugün ve gelecek için tüm canlılar ve ekosistemler adına bireysel sorumluluğumuz. Hükümetler ise politika değişiklikleriyle daha fazlasını yapmakla yükümlü.


Not: Vox.com sitesindeki orijinal makale kısaltılarak çevrilmiş, bazı kısımları birleştirilerek ve ek kaynaklardan eklemeler yapılarak derlenmiştir. Bilimsel çalışmanın tamamını okumak için bu bağlantıyı tıklayabilir, Amazon’da hayvancılık kaynaklı yangınlar ve tahribat ile ilgili ek bilgi ve fotoğraflar için National Geographic sitesindeki makaleyi ve Washington Post’ta yayımlanan yazıyı inceleyebilirsiniz.

Kapak fotoğrafı: Mert Guller/Unsplash

Önceki İçerikDünya Maymun Günü: Ticaret, esaret ve vahşet ne zaman sona erecek?
Sonraki İçerikİnsan Çağı’nda biyokütle dağılımı
2014'te Boğaziçi Üniversitesi İşletme bölümüne girdi. 2020'de Boğaziçi Üniversitesi Psikoloji bölümünden mezun oldu. Sosyal kimlik, ahlak psikolojisi ve türcülük ile ilgileniyor ve çalışmalarına sosyal psikoloji alanında devam ediyor. Çeviri ve içerik üretimi ile TVD'ye gönüllü destek veriyor.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.