Sosyal medyada bir hesap, “kanına” rağmen korkmadan ve gülerek balıkların “kafasını koparan”, “kılçıklarını ayıklayan” küçük bir çocuğun videosunu paylaştı oldukça fazla beğeniyle yorum aldı.
Söz konusu video ve sosyal medyada paylaşılan benzer sayısız video, hayvanlara karşı şiddetin, hayvanların birey değil mal olarak görülmesinin ve türcülüğün küçük yaşta empoze edilmeye başlandığını açıkça gösteriyor.
Türcülüğe son vermek, hayvanların eşya ya da araç olarak değil birey olarak tanınmasını sağlamak için ise çocuklara ve onların hayvanlar ve gezegen ile ilişkilerini kurdukları ilk yıllara odaklanmamız gerekiyor.
Et Paradoksu
Yapılan bir araştırmaya göre et yiyen çoğu insan hayvanların acı çekmesini duygusal olarak rahatsız edici buluyor. Ancak hayvanlara acı verme düşüncesi rahatsız edici olduğu halde neden hala milyonlarca insan et yemeye devam ediyor?
İşte bu noktada kaynaktan ayrılığı sürdürme konusunda kritik bir role sahip olan kategorizasyon devreye giriyor. Örneğin domuz, batı toplumunda evcil hayvan kategorisinde yer alıyor ve evcil hayvanların yenmesi sosyal olarak kabul edilmediğinden tüketimin devam etmesini sağlamak amacıyla domuz (pig) ve domuz eti (pork) arasında bir kategorizasyon yapılıyor.
Kategorizasyonun kültürel olarak göreceli olması pek çok kez araştırmalarda ve medyada tartışma konusu olmuştur. Örneğin 2000’lerde İngiliz TV sunucuları Richard Madeley ve Judy Finnigan yaptıkları bir programda at sütü tüketimini gündeme taşımış ve sunucu bu fikir karşısında iğrendiğini açıkça ifade etmiştir. Oysa İngiltere’de yaşayan biri için at sütü içme fikri “iğrendiren” bir şeyken dünyada pek çok kültürde hiçbir önyargı olmadan tüketiliyor. Benzer şekilde 2013’te İngiltere’de “at eti skandalı” olarak adlandırılan olayda işlenmiş hayvan kaynaklı gıdanın içinde at eti bulunması toplum genelinde büyük bir tepkiye neden olmuştur. İnsanların at eti yemek veya at sütü içmek fikrinden bu kadar dehşete düşmeleri, çocuklarının jambon veya sosisin kökenlerine veya inek sütü üretiminde erkek süt buzağılarının yaşadıkları karşısında nasıl bir tepki verebilecekleri düşünüldüğünde oldukça ilginçtir.
Hayvan Eti Yemeyi Okulda Öğreniyoruz
Hayvanları seven ancak et yemeye devam eden kişiler gibi çelişkili davranışların ardındaki faktörleri açıklamaya çalışan makul bir literatür yelpazesi mevcut ancak, özellikle küçük çocuklarda bu davranış hakkında çok az araştırma bulunuyor.
Çocukların tamamen bilgisiz olduğunu varsaymak kolay görünse de, hiçbir şey bilmediklerini varsaymak saflıktır.
İngiltere’deki birçok okul müfredatı, çocukları daha bilinçli hale getirmeyi (ya da hayvanların insan kazancı için yararlı olduğunu kabul etmeye daha istekli hale getirmeyi) amaçlayan etkinlikler içerir. Yerel tavuk çiftliklerinin ziyaret edilmesi, balıkçılık sektöründeki tesislere gezilerin gerçekleştirlmesi ve yumurtadan civciv çıkarma projesi gibi etkinlikler çocukları çok küçük yaşta hayvan sömüren edüstriler ile tanıştırıyor. Yine aynı şekilde dünyadaki hayvanları öğretmek amacıyla jambon, sosis gibi hayvan kaynaklı ürünleri ve salatalık, biber gibi sebzeleri kullanılarak hayvan yüzü gibi görünen “sevimli” sandviçler hazırlama etkinlikleri düzenleyen okullar et yemeyi çocukların gözünde makul bir zemine yerleştiriyor. Hatta İngiltere’de yerel bir Tesco süpermarketine gittiğinizde, üzerinde “Yiyeceklerimin nereden geldiğini öğreniyorum” ve altında “Çiftlikten Çatala” yazan sarı yüksek görünürlüklü yelekler giyen küçük bir yerel ilkokul veya gençlik grubu çocuğu grubuyla karşılaşmanız bile mümkündür.
Yukarıdaki örnekler gösteriyor ki ne yazık ki “deneyimden gelen empati” her zaman garanti değildir. Bu tür etkinliklerdin yürütülmesi, et, balık ve süt endüstrileri için risk oluşturmadan, hayvanların ve vücut parçalarının yenmesini normalleştirir. Bu etkinliklerin hepsi bu tür uygulamaların devam etmesi fikrine dayanır. Küresel bir girişim olarak, et yemeyi aşılamaya mümkün olduğunca erken başlamak ve bunu sosyal bir norm olarak pekiştirmek aslında bir pazarlama taktiğidir.
Ulusal bir hayvan koruma örgütünde Kampanya Yöneticisi olarak daha önce yaptığım bir görevde, hayvanları koruma ve refahlarını teşvik etme konusunda ilkokullardaki çocukları ziyaret edip onlarla konuşma önerimi memnuniyetle karşıladılar. Ancak, bu ziyaretlerin hiçbir bölümünde etsiz diyetlerden bahsedilmesi mümkün değildi. Okul yönetimi, birçok çocuğun hayvanlara değer verdiğini ve et tüketimi içermeyen beslenme biçimleri hakkındaki herhangi bir konuşmanın doğuracağı "olası" sonuçları ifade etti: bazı çocukların bilişsel yetilerinde bir değişim, ardından evde zorluklar ve sonrasında ebeveynlerin Eğitim Kuruluna şikayette bulunmaları. Korku, nihayetinde bu itirazları yönlendirdi ve programın başlaması engellendi. Bu arada, hayvanlarla ilgili diğer yerleşik etkinlikler endişe duyulmadan devam ediyor ve statüko korunuyordu. - Lynda M. Korimboccus
Normun İnşaasında Dilin Önemi
Hayvan eti yememizi meşrulaştırmanın bir yolu dilsel ayrıştırmadır. Yediğimiz memelilerin parçaları için farklı kelimeler kullanmamız tükettiğimiz şey ile onun geldiği canlı arasında bir kopukluk yaratır. Bazıları bunun yalnızca alışkanlık/geleneksel adlandırma olduğunu savunurken bunun kasıtlı olduğuna dair kanıtlar ortada. Örneğin, Amerika Birleşik Devletleri’ndeki bazı gençlik kulübü hayvan fuarlarında, katılımcılara hayvanları “insanlaştırmamaları” talimatı verilir ve civcivler ve buzağılar için “bebekler” kelimesini kullanmaktan kaçınmaları söylenir.
Yıllar önce, "şarküteri hayranı" olan büyükanneme yediği şeye neden "dil" dendiğini sorduğumu hatırlıyorum. Bir an bile bunun gerçek bir dil olduğunu düşünmemiştim. Ama aldığı şey bir ineğin diliydi ve bana öyle söyledi. Ona inanıp inanmadığımdan emin değilim, ancak başka soru sormadım. Et yemeye devam ettim. Hatta hayvan et tüketmenin bir tercih olduğunu anladığımdan bile emin değilim. - Lynda M. Korimboccus
Araştırmacılar Kunst ve Hohle, hayvanlara ve sonrasında et tüketimine karşı tutumumuzun, etlerin nasıl sunulduğu, hazırlandığı ve en önemlisi nasıl tartışıldığıyla etkilendiğini söylüyor. İnsanların tutumları çeşitli şekillerde değişir; kızarmış bir domuzun üzerinde kafa olduğunda, et işlenmiş yerine işlenmemiş olduğunda, canlı hayvanın fotoğrafı olduğunda, hasat yerine öldürme gibi kelimeler kullanıldığında ve et yerine hayvanın adı kullanıldığında et yeme isteği azalır. Dil ve semantik, elbette topluma ve tüm sakinlerine bakış açımızda önemlidir. Ancak neyi ve kimi yediğimiz arasında anlamlı bir bağlantı kurmadaki başarısızlık, bağlantısız herhangi bir terminolojiden çok bilişsel bir başa çıkma mekanizmasıdır. Melanie Joy’a göre bu durum tükettiğimiz ölü etin yaşayan kaynağına karşı “uzlaşmaz bir inkar” içinde olmamız ile ilgilidir.
Tartışmalı bir sonuç gibi görünse de Faunalytics tarafından yapılan bir araştırmada yenecek türün (yani domuz eti yerine domuz olarak) açıkça belirtilmesi, katılımcıların hayvan etiği ve refahı hakkındaki çeşitli ifadelere yönelik tutumlarında belirgin bir fark yaratmadığı görüldü.Bu çaluşmada da her zamanki gibi, çalışma katılımcıları sadece yetişkinlerden oluşuyordu. Ancak yetişkinlerin tutumları burada kritik bir öneme sahip. İster “dilimlenmiş” ister “ceset” olarak etiketlenmiş olsunlar, hayvanlar sosyal olarak kabul görmüş “yiyecek” veya “çiftlik” hayvanları olduğu sürece, hayvan kaynaklı et tüketimine devam etmek için bahaneler üretiliyor, gelenekler destekleniyor ve aktarılıyor.
Çocukların hayvan eti tüketmeleri ise sosyalleşme süreci ile yakından ilişkilidir. Ebeveynler, çocuklara bakan kişiler, eğitimciler ve üreticilerin hepsi normların korunmasına yatırım yaptığı için, etikten uzak olmasına rağmen et tüketimine devam edilmesi için tutarlı ve sistematik bir şekilde aynı mesajı verir.
Hayvanların kitaplarda, televizyonda, filmlerde ve evcil hayvanlarla etkileşimler yoluyla nasıl temsil edildiği, çocukların ileriki yaşamlarında hayvanlarla nasıl ilişki kuracakları üzerinde ölçülebilir bir etkiye sahiptir. Örneğin İngiltere’de BBC kanalı CBeebies’in bir programı, çocuklara belirli türlerin yenilebilirliği konusunda öğretilen sınıflandırmaları pekiştirmekte, İskoçya’da ise çocuklara hayvanların yiyecek ve koruma karşılığında ürün verdiği, insanların ve hayvanların karşılıklı olarak faydalı bir ilişki içinde olduğu görüşü aşılanmaktadır. Bu görüşlerin çocuklara empoze edilmesi, çocuklarda hayvanların kendilerini gönüllü olarak teslim ettiği algısını oluşturur. Çiftlik hayvanlarının yaşamlarına ilişkin sunulan soyutlamaların çoğu böyle olduğu için çocukların buna inanması pek de şaşırtıcı değildir.
Sembolik yapıların, söz konusu hayvanların ve insanların yaşamları üzerinde gerçek sonuçları vardır.
Çocuklarda et yemeyi norm haline getirirken aynı zamanda bazı çelişkili uygulamalarla da karşı karşıya kalıyoruz. Örneğin İngiltere’de sosisli sandviçler genellikle domuzlardan yapılır; köpek cinsi Dachshund’lar ise benzer şejilde sosis köpekleri olarak anılır; ancak köpekler evcil hayvan olarak kategorize edilir ve bu nedenle yenmez. Bu karmaşık ilişki çocuklarda kafa karışıklığına sebep olabilir.
Uzmanlar, çeşitli mekanizmaların, bizi (ve onları) bu çelişkiden korumak için devreye girdiğini ifade ediyor: insanların bilinçaltı düzeyde etin gerçekliğini bastırmasının birçok yolu vardır. Bu, davranış tutarlılığını korumak için gerekli olan eylemden kaçınmayı sağlar.
İnsan yetişkinlerinin yavrularını nasıl sosyalleştirdiği, hayvanları yenilebilir ve yenmez hayvanlar olarak sınıflandırması büyük bir sorundur. Normallik, et yiyenlerin doğal, gerekli ve hoş ile birlikte sunduğu temel gerekçelerden biridir. Eti doğal veya gerekli bir insan gereksinimi olarak çürütmeye yönelik kanıtlar önemlidir ve “yine de pastırmayı seviyorum” argümanı, et yemeyen akranlarını kötüleyen birçok kişi tarafından uzun süredir kullanılan bir argümandır. SöBu, özellikle de kişi bir hayvan sever olduğunu iddia ediyorsa, hayvan yeme konusunda ahlaki karar alma sürecinde normalin temel bileşen olduğunu gösterir.
Araştırmacılar Stewart ve Cole’a göre, çocuklar kendi başlarına düşünebilmeden önce toplum, kitle iletişim araçları ve diğer etkenlerle güçlendirilen bu süreçle diğer hayvanların kategorilendirilmesini normalleştirir. Bu kategoriler, farklı türlere karşı normatif tepkiler üretir, böylece bireyin gözünde hayvan, görünür bir özne (örneğin bir “evcil” köpek) veya görünmez bir nesne (örneğin bir “laboratuvar” faresi) haline gelir. Sınıflandırılmış bir “çiftlik hayvanı” olarak domuz, görünmez bir nesnedir: pek düşünülmez ve daha az görülür. Jambon, ölünün eti olarak, görünür bir nesnedir, yani bir “yiyecek” parçasıdır.
Bu açıklamalar toplumun inanç ve davranışlarındaki ikiyüzlülüğü neden kabul edemediğini anlamamızı sağlarken, bu tür stratejilere olan ihtiyaç ve bu normların devamı çok daha basit bir şeyden kaynaklanmaktadır: Stratejik cehalet.
Araştırmacılar Loughnan, Haslam ve Bastian tarafından kavramsallaştırılan “et paradoksu”, bazı hayvanları severken diğerlerini yiyen kişilerin deneyimlediği rahatsızlığı açıklıyor. Bireylerin bu rahatsızlığı azaltmak için kullandıkları stratejiler genellikle iki değişim kategorisinden birine girer: inanç veya davranış. Hayvan kullanımına uygulandığında, inançtaki bir değişiklik birinin belirli türlerin acı çekme kapasitesini reddetmesine neden olabilir. Bir davranış değişikliği bitki bazlı bir diyete doğru bir kaymaya neden olabilir. Rasyonalizasyon, uygulayıcılarının ahlaki benlik duygusunu korumalarına ve özellikle suçluluk ortaya çıkabileceği zaman kendilerini sosyal olarak savunmalarına olanak tanıyan tanınmış bir savunma mekanizmasıdır. Birinin görüşünün geçerli olduğuna bir başkasını ikna etmek için rasyonalizasyon kullanılabilir, ancak doğal olarak, bir kişi yaptığı destekleyici ifadelere bir düzeyde gerçekten inanıyorsa en iyi şekilde çalışır. Stratejik cehalet, bireylerin adil ve uyumlu inanç ve davranışlara sahip oldukları yanılsamasını sürdürmelerine olanak sağlayan, ancak gerçekte bundan çok uzak olan “ahlaki esneklik alanı” olarak tanımlanmaktadır. Araştırmacılar Onwezen ve van der Weele stratejik cehaleti işlevsel olarak tanımlarken: birinin “başkalarına zarar verebilecek zevkli ve bencil faaliyetlerde bulunmasına (yani hayvan yemesine)” izin verdiğini ortaya koymuştur. Çalışmanın parçası olan bazı tüketiciler davranışlarının sorumluluğunu almış ve deneyimlenen uyumsuzluğu azaltmak için uyum sağlamıştır. Buna karşın spektrumun diğer ucunda, alışkanlık haline gelmiş tüketimlerine müdahale edebilecek her türlü bilgiyi bilerek görmezden gelen, kendilerini stratejik olarak cahil olarak bildiren tüketiciler bulunuyordu. Tam olarak bilgi sahibi olma fırsatıyla karşı karşıya kalan (olumsuz duygu veya harekete geçmek için sorumluluk alma gerekliliği riski ile karşılaşan), birçok stratejik olarak cahil katılımcı ise bu şekilde kalmayı tercih etti.
Çocukların “Özgür” Seçimleri
Yetişkinler olarak, çocukları kendi imajımıza göre yetiştirme eğilimindeyiz, çünkü aile gelenekleri ve uygulamaları doğumdan itibaren ve çocukluk boyunca aşılanır. Dil, din, ahlak, yiyecek veya giyim olsun, çoğu çocuk yalnızca bakıcıları tarafından onlar için belirlenen kısıtlı seçenekler arasında seçim yapma şansına sahiptir.
Bir iş arkadaşım bir keresinde çocukları vegan olarak yetiştirerek onlara görüşleri "zorlamanın" ne kadar korkunç olacağından bahsetmişti. Tüm ebeveynlerin kendi yaşam tarzlarını çocuklarına dayattığını, (zaten bilmeme rağmen) kendi çocuklarını benim uyguladığını bildiğim belirli dini inançla yetiştirip yetiştirmediğini sorduğumu söyledim. Bunun kıyaslanamaz olduğunu haykırdı. - Lynda M. Korimboccus
Yetişkinler için vegan olmak, hayvan sömürüsünü ve tüketimini reddetmek etik ve ahlaki bir konu olsa da çocuklar için farklı bir durum söz konusu. Vegan çocuklarla ilgili akademik bir araştırma, büyük çoğunluğun ahlak ve etikten ziyade sağlık ve beslenmeyle ilgili olduğunu ortaya koyuyor. Vegan gençler yerine vejetaryen gençlerle yapılmış bir araştırma olsa da Hussar ve Harris, et yememeyi seçen küçük çocukların ahlaki karar alma süreçleriyle ilgili bir çalışma yaptı. Çalışmanın katılımcı grupları şunlardı: bağımsız vejetaryenler (vejetaryen olmayan ailelerde), aile vejetaryenleri (vejetaryen ailelerde); ve vejetaryen olmayanlar (vejetaryen olmayan ailelerde). Bağımsız vejetaryenlerin vejetaryen olmalarının nedenleri özellikle ilgi çekiciydi. Bu gruptaki 16 yanıtın hepsinde, hayvan refahı birincil endişeleriydi. Vejetaryen aileler grubunda yalnızca 7 katılımcı bunu bir yoksunluk nedeni olarak belirtti. Vejetaryen olmayanların hiçbiri belirli bir eti tüketmekten kaçınma nedeni olarak hayvan refahını öne sürmedi; bunun yerine, esas olarak tadı ve ikincil olarak endişesini öne sürdüler.
Sonuç
Toplum belirli hayvanları “yenilebilir”, “çiftlik” veya “gıda” olarak etiketlemeye devam ettiği sürece, toplumun parçası olan bazı bireyler stratejik cehaletlerini sürdürmeye devam edecek. Hayvan yemenin normalleştirildiğini fark etmek çocuklar için yaptığımız seçimleri etkiliyor ve etten kaçınma, öngörülebilir gelecekte büyük ihtimalle az sayıda insanın değil, çoğunluğun alanı olacak.
Bir yandan da ne yazık ki, çocukları sosyalleştiren etkenler arasında, doğası gereği insan merkezli kalan kurumlar (örneğin, ana akım medya, eğitim, sağlık hizmeti ve hükümet) ve benzer düşünen çoğunluğun stratejik cehaletinden faydalanan (ve buna katkıda bulunan) kurumlar da yer alıyor.
Evebeynler, bitki bazlı beslenmeyle daha yakın ilişki kurun, davranışlarınız başka inanç sistemlerini tehdit ettiğinde insanların anlaşılabilir şekilde sahip olduğu diğer endişelere yanıt vermeye hazır olun. Geleneklerinize meydan okuyun, retoriğe karşı öfkelenin, alışılmış ikiyüzlülüğü vurgulayın. Ete, pastırmaya veya sosislere “domuz” deyin.
Et yiyenler, nihayetinde size, çocuklarınıza ve gezegenlerinin geleceğine fayda sağlayacak bu bilgiyle kendinizi donatın. Bilmeyi seçin. İnsanların, hayvanların ve çevrenin sömürülmesine katkıda bulunmayı bırakmaya karar verin. Çocuklarınız sizin öncülüğünüzü takip edebilir ve bir gün bunun için size teşekkür edebilir. Domuzların Peppa Pig izleyen çocuklar kadar bilişsel olarak karmaşık, zeki ve duygusal olduklarını ve bunu yaparken ayaklarının dibinde yatan köpek arkadaşları kadar değerli olduklarını düşünün.
Kaynak: Lynda M. Korimboccus’un 2020 yılında Journal for Critical Animal Studies’de yayınlanan Pig-Ignorance: The “Peppa Pig Paradox”: Investigating Contradictory Childhood Consumption başlıklı yazısından derlenmiştir.