Veganları hedef alan nefret söylemleri Birleşik Krallık’ta yükselişteyken Türkiye’de durum ne?
Yazı: Öykü Yağcı *
Veganlık; hayvanların çeşitli endüstrilerde insan menfaati için kullanılmasının gerek hayvanlara, gerekse insan sağlığına ve Dünya’ya verdiği zararların, her geçen gün yeni bir istismar biçimiyle, felaketle, salgınla ve bilimsel çalışmayla tekrar tekrar gündeme gelmesi nedeniyle, son yıllarda Türkiye dahil dünya çapında yükselişe geçmiş durumda.
Bununla birlikte vegan topluluklara karşı nefret söylemlerinde de gözle görülür bir artış olduğu söyleniyor. Ağustos başında The Times gazetesinin araştırmasına göre Birleşik Krallık’ta son beş yılda veganlara karşı 172 nefret suçu işlendi. 2015’te veganlara yönelik bir yılda kaydedilen nefret suçu sayısı 5 iken, 2019’da bu sayı 55’e çıktı.
Biz de bu haberden yola çıkarak Türkiye’deki durumu konuşmak istedik. Veganlara karşı özellikle sosyal medya platformları üzerinden yürütülen yazılı ve görsel saldırılar hangi kapsamda değerlendirilebilir? Hakaret, aşağılama, ötekileştirme ve ayrımcılık içeren nefret söylemlerinin ve önyargı temelli söylemsel şiddetin, örneğin geçen yıl Avustralya’da olduğu gibi fiziksel bir tehdit unsuruna [1] veya fiziksel bir edime dönüşme riski var mı? Ve elbette, “nefret suçu” derken neyi kastediyoruz, bu tanıma giren suçları nasıl önleyebiliriz?
Aklımızdaki soruları, bu alanda aktivizm yapan ve Koç Üniversitesi ile çeşitli derneklerde kapsamlı akademik çalışmalar yürüten Avukat Ezel Buse Sönmezocak’a sorduk. Türkiye’de özellikle etik veganların karşılaştığı nefret söylemlerinin bir kısmını da, geçtiğimiz haftalarda yaptığımız, iki gün süren kısa bir Twitter anketinden ve bu anket ile bağlantılı olarak bize gönderilen deneyim ve belgelerden derledik. Yazımızın bu bölümlerini, dosya konumuzdan hemen sonra dizi halinde paylaşacağız.
Öncesinde dosyanın temelini oluşturan gelişmelere kısaca göz atalım.
Etik veganlık: Felsefi duruş
Halihazırda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 9. maddesi kapsamında, dini olmayan inançlar (ateizm, agnostisizm, pasifizm vb.) kısmı dahilinde koruma altında olan “etik veganlık” ne bir din, ne de keyfi bir tercih olarak tanımlanabilir.
Veganlık, her şeyden önce hayvan özgürlüğünü savunan felsefi bir duruş ve insan menfaatleri uğruna farklı alanlarda ve endüstrilerde sömürüye maruz bırakılan insan dışı tüm hayvanların doğuştan gelen temel hakları için bir adalet arayışı. Bu haklar, bireylerin inisiyatifine ve öznel inanç alanındaki gelişigüzel seçimlere bırakılamayacak kadar hassas ve önemli.
Etik veganlığı benimseyenler, bir yaşamın öznesi olan insan dışı hayvanların mal olmadığı, tıpkı insanlar gibi hissedebilir ve duygulu canlılar olduğu gerçeğinden hareketle, gündelik yaşamlarında da beslenme, giyim, bakım, kozmetik ve temizlik ürünlerinde hayvan istismarı içeren hiçbir ürünü kullanmıyor; mevcut düzen içerisinde hayvan sömürüsünü mümkün mertebe hayatlarından çıkararak hayvanlara yaşatılan sistematik zulme ortak olmuyor.
Özetle etik veganlık, hayvan kullanımının yalnızca çevreye ve/veya insan sağlığına verdiği kanıtlanmış zararları nedeniyle çeşitli sebeplerle “bitkisel beslenme” şekline geçenlerden farklı olarak, toplumsal adalet mücadelesi içinde yer alan, insan eliyle zulüm gören canlılara karşı ahlaki bir yükümlülük, felsefi bir tutum ve yaşam biçimi olarak ayrılıyor. Yani tek başına bir beslenme ve diyet biçimi değil.
Bu nedenle de yakın zamanda şarkıcı Miley Cyrus ile şahit olduğumuz gibi, bireylerin etik bütünlükten yoksun çeşitli gerekçe ve bahanelerle bir çırpıda vazgeçebileceği veya gönül rahatlığıyla bırakabileceği gelip geçici bir akım veya moda değil.
“Etik veganlık korumalı özelliklerden biri olmalı”
Kamuoyu araştırma şirketi Ipsos MORI’nin araştırmasına göre, 2014’te Birleşik Krallık’taki vegan sayısı 150 bin iken geçtiğimiz yıl dörde katlanarak nüfusun %1,16’sına denk gelecek şekilde 600 bine yükseldi [2]. Ülkedeki vegan sayısındaki artış ile paralel olarak veganlara yönelik nefret suçlarında da artış olduğu geçen ay The Times [3] tarafından haberleştirildi [4]. Son beş yılda ülke çapındaki 33 emniyet biriminden 172 vaka bildirildi.
- Kayıtlara geçirilen vakalardan birinde vegan bir ailenin evine defalarca “etli” pizza gönderildiği öğrenildi.
- Bir diğerinde, mezbahaya gönderilmek üzere olan tavukların fotoğrafını çektiği için bir vegan, şoför tarafından fiziksel saldırıya uğradı.
- Kamu düzeni ve güvenliğinin bozulduğu gerekçesiyle asayiş suçu olarak kayıtlara geçen bir diğer vakada ise bir adam “veganları öldürmek istediğini” söyledi.
- Diğer bir vakada ise yine bir adam, yanına yaklaşıp “Vegan mısın sen?” diye sorduğu kişinin vegan olduğunu öğrendikten sonra bu kişiye fiziksel şiddette bulundu.
Bu süreçte, beslenme ve yaşam biçimini felsefi bir zemine oturtan etik veganlığa yasal düzeyde özel bir statü verilmesini ve etik veganlara yönelik ayrımcılıkların nefret suçu kapsamına alınmasını talep eden çağrılar da yükselişe geçti.
Özellikle de vegan Jordi Casamitjana’nın önemli bir davayı kazanmasının ardından… Çünkü 2 Ocak’ta Norwich’te görülen mahkeme sonucunda etik veganlığın, “felsefi veya dini bir inanç olarak tanımlanması için gereken testleri geçtiği” ve Eşitlik Yasası kapsamında cinsiyet ve değiştirilmiş cinsiyet, cinsel yönelim, yaş, engellilik, evlilik ve evlenmeden birlikte yaşama, din veya inanç, hamilelik ve annelik gibi istihdam ve barınmaya erişim, özel ve kamu hizmetlerinde eşit muamele gerektiren “korumalı özellikler” arasında değerlendirilebileceği yönünde karar çıktı.
Kararın, ileride etik veganlara karşı işlenen benzer suç ve ihlallerde bu felsefi tutumun korunması anlamında emsal oluşturabileceği düşünülüyor.
Kraliyet Ceza Takibi Kurumu “nefret suçunu” yukarıda bahsettiğimiz, bir kişinin korumalı özelliklerine karşı düşmanlık ile motive bir suç olarak tanımlıyor. Aynı zamanda sözlü taciz, korkutma, tehdit, saldırı, zorbalık ve mala zarar şeklindeki ihlalleri de nefret suçu kapsamına alıyor.
Ancak Casamitjana’nın özellikle vurguladığı şey [5], bu dava sonucunun vegan fobisini [6] (vegafobi), kolluk güçlerinin müdahalesine izin verecek “ceza gerektiren bir suç” değil, hususi şikayet davasıyla çözülebilecek bir “haksızlık/hukuksuzluk” olarak tanıdığı. Yani bir şahıs bir diğer şahsın etik veganlığı yüzünden ona ayrımcılık yapıyorsa, bu sivil mahkemelerin işi, polisin değil….
Ne olmuştu?
55 yaşındaki Casamitjana, çalıştığı hayvan koruma kuruluşu League Against Cruel Sports’un (LACS), kendisi dahil olmak üzere çalışanlarına ait emeklilik fonlarını hayvanlar üzerinde deney yapan şirketlere yatırdığını önce işverene, ardından diğer çalışanlara ifşa ettikten sonra bu etik duruşu karşısında işten çıkarıldığını beyan etmişti. Bunun üzerine felsefi zemini olan etik veganlığı savunduğu için haksız yere disiplin soruşturmasına maruz kalıp işten atıldığı savunmasıyla kuruluşa dava açmıştı.
Bu dava öncesinde ve sonrasında Birleşik Krallık’ta veganların ayrımcılığa uğradığı bazı olaylar da oldu. Bu olayların basına yansıyanlarından yalnızca birkaçını seçtik. Dünya çapında çoğunun basına, okul yönetimine veya iş yerinde yöneticilere yansımadığına eminiz.
- Birmingham’da 11 yaşındaki Jack Shanahan, bu yılın başında bir Katolik okulunda şiddet gördü, zorbalığa uğradı. Bazı öğrenciler, üç yıldır vegan olan Shanahan’ın yüzünü ton balığı ezmesiyle kaplayarak “git de ot ye” diyerek aşağıladı. Hatta bu olaydan sonra Katolik hayvan koruma kuruluşu CCA, bu tür zorbalıklara karşı okullarda “sıfır tolerans” ilkesinin benimsenmesi ve çocukların okul ortamında güvende hissetmesi için Katolik okullara çağrı yapacağını açıkladı.
- Cornwall’da bir aile ise yerel bir gazeteye verdikleri röportajda, vegan olduktan sonra sokakta sözlü hakaret ve küfürlerin hedefi olduklarını, arkadaşlarını kaybettiklerini ve çocuklarının okulda zorbalığa maruz kaldıklarını aktardı.
Türkiye’de vegafobinin kökenlerine inen, psikolojik ve sosyo-politik nedenleriyle birlikte mevcut durumu irdeleyen kapsamlı bir akademik çalışmanın en yakın zamanda yapılmasını umuyoruz.
Fakat daha da önemlisi, veganlar dahil, herhangi bir grubun hedef gösterilmediği, haklarının çiğnenmediği, sözlü ya da fiziksel saldırıya uğramadığı ve tüm türler için adalet ve sosyal barışın tesis edildiği bir dünya için hepimizin bireysel, hatta kurumsal sorumluluğunu üstleneceği günlerin yakın olmasını umuyoruz.
Biz vegan hayvan hakları aktivistleri olarak farklı yöntem ve yaklaşımları kullanarak bunun için çabalıyoruz; en azından çok büyük bir kısmımız…
Twitter mini-anket sonuçlarımızı ve kesişimsel kavramlar ile Türkiye’deki hukuki durum üzerinden yaptığımız röportajımızı, dosyanın devamı olarak bu yazıdan sonra paylaşacağız.
Ancak bu süreçte ve sonrasında, dünya çapında benzer olumlu ve olumsuz gelişmeleri bizimle paylaşmak isterseniz, bu yazının altına yorum olarak girebilir veya bize email yoluyla ve sosyal medya hesaplarımız üzerinden ulaşabilirsiniz.
[2] Farklı konu başlıklarıyla yapılmış birkaç anket görmeme rağmen henüz Türkiye’deki veganların sayısını ve kaçının etik vegan olduğunu ortaya koyan ayrıntılı ve kapsamlı bir çalışmaya henüz denk gelmediğim için yazıya ekleyemiyorum. Sizin bildikleriniz varsa ve paylaşırsanız çok sevinirim.
[3] https://www.thetimes.co.uk/article/experts-get-their-teeth-into-idea-of-vegan-hate-crime-65nsf6c02
[4] 2015’te hepçil bireylerle yapılan görüşmeler üzerinden ortaya çıkan bir araştırma da bu raporun sonucuna ışık tutar nitelikte. https://journals.sagepub.com/doi/abs/10.1177/1368430215618253
[5] facebook.com/veganjordi/photos/a.124492865686341/137687331033561
[6] Urban Dictionary’ye göre vegafobi, vegan ve vejetaryenlere karşı ayrımcılık, yersiz korku veya hoşnutsuzluk demek.
Kaynaklar: TotallyVeganBuzz, Daily Mail, TheCatholicUniverse, Kaos GL Derneği Nefret Suçları 2019 Raporu, Sage Journals, Equality and Human Rights Commission, talkRADIO, legislation.gov.uk, Wikipedia
(*) TVD Sosyal Medya ve Gönüllü Koordinatörü, Yunuslara Özgürlük Platformu & Hayvan Hakları İzleme Komitesi (HAKİM) üyesi
Kapak fotoğrafı: Aslı Alpar, 1 Mayıs 2018 İşçi Bayramı’nda veganların korteji