Her şeyin birbiriyle ne kadar bağlantılı olduğunu, halkanın biri zarar gördüğünde diğerini nasıl etkilediğini belki de en üzücü haliyle en iyi anlatan arılar.

Mart ayı başında Manisa’nın Salihli ilçesinde 100 kovanda tutulan 100 bine yakın arının hayatını kaybetmesi hem yerel hem ulusal basında haber oldu.

Bal ve arıcılık sektörü tarafından ticari bir meta olarak görülen ve insan müdahalesiyle bal üretiminin neredeyse tüm aşamalarında istismara maruz bırakılan arılar aynı zamanda, iklim değişikliğinin olumsuz etkilerinin yanı sıra, tarımda kullanılan kimyasal ilaçlar nedeniyle toplu halde yaşamlarını yitiriyor. Dünya ölçeğinde, Türkiye çapında ve Manisa özelinde olan tam da bu.

Türkiye dahil farklı ülkelerde son 10 yılda toplu arı ölümlerine sık rastlanıyor. Araştırmacılar; habitat kaybı, yetersiz beslenme ve artan patojen yükü gibi birbirini tetikleyen insan kaynaklı sebeplerle hayatını kaybeden arıları yakından takip ediyor. Ayrıca önleyici ve koruyucu adımlar atılmasını sağlamak için sivil toplum kuruluşlarıyla beraber sık sık hükümetlere çağrı yapıyorlar.

Manisa’daki arı ölümleri, Mynet

Nikotin temelli tarım kimyasalları

Günümüzde tüm arı türlerini ve nesillerinin devamını tehdit eden faktörler arasında biri açık ara öne çıkıyor: Tarım kimyasalları; özellikle de tek başına veya diğer zirai ilaçlarla birleştirilerek verilen neonikotinoid grubu. Bu kimyasallar arılara doğrudan etki etmelerine ek olarak, dolaylı yoldan ve zincirleme şekilde tahribat yaratmaları yüzünden ölümcül olarak görülüyor.

Son yıllarda yürütülen pek çok araştırma, nikotin mekanizması temelli bu neonikotinoid’lerin arı kolonilerini hemen yok etmek yerine uzun süreye yayılan etkilerle öldürdüğünü ortaya koyuyor. Hızlı etki eden pestisitler arıları doğada, arazide yakalıyor; dolayısıyla arı uzaktayken hayatını kaybettiğinden kovana dönüp diğerlerine bulaştırarak ölümlerine neden olmuyor. Kolonideki uzun vadeli ve kitlesel ölümler ise, tarım ilacıyla temas eden bir arının vücudundaki ilaç, kontamine polen veya nektar aracılığıyla gerçekleşiyor. Pestisitler özellikle kraliçe arıları tehdit ettiğinden kolonilerin üreme oranını da olumsuz etkiliyor.

Bu pestisitler bir arının yaşama şansını azaltmakla kalmıyor, aynı zamanda doğal savunma sistemlerini de devre dışı bırakıyor. Yani normalde sağlıklı arıların tehditlere karşı kullandığı birbiriyle ilgilenme, hasta veya ölüleri koloni dışına atma gibi “sosyal bağışıklık” (grup bağışıklığı) taktiklerini ve davranışlarını uygulayamamalarına neden oluyor. Bu da zaman içinde daha fazla sayıda arının hastalanmasına ve yuvadan ayrılamayarak zincirleme bir etki yaratmasına yol açıyor.

Virüs, mantar gibi hastalıklara ek olarak bu pestisitler de arıları, “koloni çöküş sendromu” adı verilen sona doğru sürüklemeye devam ediyor.

Neonikotinoidler; arı, böcek ve kuş gibi pek çok hayvan türünün ölümüne neden olarak ekolojik denge ve biyoçeşitliliği tehdit ederken, aynı zamanda bal tüketenler için gıda güvenliği ve insan sağlığı açısından da tehlikeler barındırıyor.

Çünkü uzun yarılanma ömrü olan bu pestisit ailesi toprakta, yeraltı sularında ve yabani otlarda yüksek oranda kalıntı bırakıyor. Bu yüzden Avrupa ve ABD bu tür pestisitleri yasaklama yoluna gidiyor. Türkiye de 2018’de 11 STK’nın çağrısıyla neonikotinidleri yasaklamasına rağmen bu gruba ait iki aktif maddeye (thiamethoxam ve imidacloprid) kullanım ve süre sınırlaması getirmişti. Tarım ve Orman Bakanlığı, 26 Aralık 2020’de açıkladığı karar ile thiamethoxam ve imidacloprid‘in kullanımının Aralık 2021’e kadar devam edeceğini duyurdu.

Oysa 2019’da sadece üç ay içinde Brezilya’da 500 milyondan fazla arı neonikotinid ve fipronil nedeniyle yaşamını yitirmişti. ABD’de arıcılık sektörüyle uğraşanlar 10 bal arısı kolonisinden 4’ünü koloni çöküş sendromundan kaybetmişti. Rusya’da 20 bölgeden kitlesel arı ölümleri rapor edilmişti. Güney Afrika’da en az 1 milyon arı ise 2018’de fipronil kullanımı yüzünden ölmüştü. Kanada, Meksika, Arjantin ve Türkiye gibi ülkeler de son 18 ay içinde toplu arı ölümlerini bildirmişti.

Türkiye’de 2007’de Trakya bölgesinde ayçiçeği nektar döneminde, 2013-2018 yılları arasında Adana’da mısır ekim döneminde, yine 2018’de Trakya’da ayçiçeği ve Şanlıurfa’da pamuk döneminde meydana gelen ani ve yoğun arı ölümlerinin pestisit kaynaklı olduğu biliniyor.

Bal örneklerinde tarım ilacı kalıntıları

2017’de yapılan bir araştırma, arıların sinir sistemlerini etkileyen tarım kimyasallarının dünya çapında elde edilen balların yüzde 75’inde görüldüğünü gösterdi. Kontaminasyon sıklığı sırasıyla en çok Kuzey Amerika (yüzde 86), Asya (yüzde 80) ve Avrupa (yüzde 79) olarak kayıtlara geçti. Bilim insanlarına göre “bu sonuçlar, tozlaşmayı sağlayan hayvan türlerinin büyük bir kısmının dünya çapında neonikotinid’lerden etkilenmiş olabileceğini gösteriyor.”

Araştırmayı yürüten bilim insanları; Alınan bal örnekleri̇ni̇n yüzde 34’ünde, arılar (ve polen taşıyıcı di̇ğer hayvanlar) i̇çi̇n “ölümcül olan neoni̇koti̇noi̇d konsantrasyonlarının” bulunduğunu ortaya çıkararak, kroni̇kleşen bi̇r halde bu pesti̇si̇tlere maruz kalmanın arı popülasyonları i̇çi̇n hayati̇ ri̇sk taşıdığını vurguladı.

Bugün yeryüzünde 20 bine yakın arı türü yaşıyor. Dünyadaki gıdanın %90’ı 82 çeşit bitkiden elde edilirken bu bitkilerin %80’i arılar tarafından dölleniyor ve bir arı kolonisi tek başına 300 milyon çiçeği tozlayabiliyor. Birleşmiş Milletler ise uyarıyor: Başta arı ve kelebekler olmak üzere tozlayıcı omurgasız hayvanların yüzde 40’ı küresel ölçekte tehdit altında.

Buna rağmen Monsanto, Dow Chemical, Bayer ve Syngenta gibi tarım ilacı üreticisi dev şirketler, pestisitlere yasak getirilmesini engellemeye çalışıyor. Hatta Syngenta geçmişte, izin verilen miktarın yaklaşık 400 katını kullanmak için federal düzeyde talepte bile bulunmuştu. Ne de olsa çiftçilere zehir satmak dev şirketler için oldukça “kârlı” bir iş kolu.

Arıları nasıl koruyabiliriz?

Zararlı tarım kimyasalları; kentleşme, yol, maden, baraj-HES yapımı, hayvancılık ve mono-kültür odaklı endüstriyel tarım faaliyetleri ormansızlaşmaya neden olarak yok olan doğal yaşam alanları ile birlikte, arıları ve doğanın dengesini oluşturan diğer tüm canlıları yok oluşa sürüklüyor. Arı tür ve popülasyonlarındaki azalmayı tersine çevirmek için bu işlevsiz insan faaliyetlerine son vermemiz ve düzeltmemiz gerekiyor.

Pestisitlerin yasaklandığı ekolojik tarım politikaları benimseyerek, yaban habitatları koruma altına alarak ve yeşil alanlar oluşturarak hükümetler üzerlerine düşen sorumluluğu üstlenmek zorunda.

Biz de hayvan kullanımını ve hayvanlardan elde edilmiş içerikleri hayatımızdan tamamen çıkararak, birbirini zincirleme olarak etkileyen bu yıkıcı endüstrileri ve alışkanlıklarımızı gelecek nesillere aktarmayarak arıları ve ekosistemi bilinç oluşturup davranış geliştirerek koruyabiliriz.

Arıların sevdiği çiçekleri yetiştirerek, korunaklı alan yaratmak için otları kısaltmayarak bahçemiz veya balkonumuzda hala arılara yer açabilir, onlar için sığınak yapabiliriz. Yorgun düşmüş bir arı gördüğünüzdeyse, arkanızı dönüp gitmek yerine ihtiyacı olan besleyici nektarı bulması umuduyla onu bir çiçeğin üzerine nazikçe bırakmayı deneyin.

Size küçük ve önemsiz görünen bir adım hayvanlar için, gezegen için ve kendiniz için büyük bir dönüşüm olabilir.

Önceki İçerik11 Mart 2021 tarihli hayvan hakları toplantısına dair kısa bilgilendirme
Sonraki İçerikİklim akvitizminde eksik halka: Balığın poşete girmediği bir dünya ideali

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.