Türkiye’de ve dünyada baskın grupların pratik, söylem veya davranışlarını benimsemeyerek ayrımcılığa uğrayan ve nefret söylemlerine maruz kalan gruplardan bir tanesi de veganlar.

Veganların hissetikleri ayrımcılık ve önyargıya dair ayrıntılı incelemeler içeren araştırmalar var[i]. Örneğin ABD’de yapılan bir çalışma; ateistler, göçmenler, eşcinseller, aseksüeller*, siyahlar ve vejetaryenler arasında en olumsuz değerlendirilen grubun veganlar olduğunu gösteriyor[ii]. Araştırma sonuçlarına göre veganlardan daha olumsuz değerlendirilen tek grup ise madde bağımlısı insanlar.

Peki nereden geliyor bu olumsuz hisler?

Aynı araştırma gösteriyor ki veganlara ve vejetaryenlere omnivor** (hepçil) insanlar tarafından uygulanan ayrımcılık ve önyargılar, bu insanların vegan/vejetaryen olma motivasyonlarıyla ilişkili. Vegan/vejetaryen olma sebepleri hayvan haklarının ihlal edilmesi olan insanlar, sebepleri çevreye ve insan sağlığına zarar gelmesi olanlara kıyasla, hepçiller tarafından daha olumsuz değerlendiriliyorlar. Çevresel sebeplerle vegan/vejetaryen olanlar ise sağlık sebepleri yüzünden bu kararı alanlara göre daha olumsuz değerlendiriliyor.

Öyle gözüküyor ki, vegan ve vejetaryenler kararlarını daha özgeci sebeplere dayandırdıkça daha olumsuz değerlendiriliyor. Bunu destekleyen başka bir bulgu da veganların vejetaryenlere göre daha olumsuz değerlendirilmesi.

Ahlaki açıdan eksik görülme kaygısı (mı?)

Başka bir deneysel çalışmaya göre bu nefretin ve olumsuz hislerin arkasında, veganların ve vejetaryenlerin kararlarını ahlaki sebeplere dayandırması sonucunda, hepçillerin ahlaki açıdan eksik görülmeye dair kaygılarının oluşması yatıyor olabilir[iii].

Bu araştırma vejetaryenleri konu edinerek yapılmış. Ancak hayvansal gıda tüketen pek çok kişinin, gerçekte böyle olmasa da, veganlığı vejetaryenliğin “uç” veya “aşırı” biçimi olarak gördüğünü biliyoruz. Bu yüzden bu araştırmanın sonuçlarının veganlar için de geçerli olması bir hayli mümkün.

Ufak bir parantez: Vejetaryenlik ve hayvan istismarı arasındaki ilişki

Araştırmanın ayrıntılarına girmeden önce burada bir vejetaryenlik parantezi açarak, çıkış noktası iyi niyetli bile olsa, vejetaryenliğin hayvan sömürüsüne desteği büyük ölçüde devam ettirdiğini belirtmek zorunda hissediyorum. Ne yazık ki hayvanların vücutlarını yemeyi bırakmak hayvanlar için yeterli değil.

Sütleri, yumurtaları, derileri, kürkleri veya yünleri insanlar tarafından çalınabilsin diye hapsedilen hayvanlar, sömürülemeyecek duruma gelip öldürülene kadar, doğdukları ilk andan ölümlerine kadar olan süreçte, yaşam biçimlerine işlenmiş bir işkenceye katlanmak zorunda. Bu açıdan üretim çiftlikleri, mandıralar ve mezbahalar arasında bir fark yok. Bir hayvanı eti için öldürmek ile sütünü alabilmek için ona ölene kadar cinsel şiddet uygulamak, fiziksel ve psikolojik işkenceye maruz bırakmak arasında bir fark yok. Öyle ki, mandıralardaki hayvanlar zaten birkaç yıl içerisinde “verimliliklerinin azalması” sebebi ile kendilerini yine mezbahalarda buluyor.

Dolayısıyla etik veganlar olarak hayvan sömürüsünü bütün biçimleriyle sonlandırmayı amaçlayan vegan yaşamı “uç” olarak değerlendiren, üstü örtülü bir şekilde vejetaryenliği bir “orta yol” olarak toplumun kabul edebileceğini ima eden baskın grup söylemlerini reddediyoruz.

Hayvan sömürüsüne katkıda bulunmamak için vejetaryen olan kişilerin yaptıkları vicdan muhakemesi elbette çok değerli. Sadece hayvanların merhametten çok adalete ve bizim sorgulamadan veya keyfi sebeplerle devam ettirdiğimiz alışkanlıklarımızı değiştirmemize ihtiyacı olduğunu özellikle vejetaryen arkadaşlarımıza hatırlatmak istiyorum.

Ahlaki suçlama beklentisi

Parantezi kapatarak araştırmaya dönersek, bu araştırma, makalede de kullanıldığı şekliyle “iyi niyetle” hareket eden insanların (bu bağlamda hayvanlara zarar gelmemesi için “et” yemeyen insanların) aşağılanması üzerine.

Günlük hayatlarında et yiyen 255 katılımcıyla yapılan bu çalışma iki adımdan oluşuyor. Adımlardan birinde katılımcılardan vejetaryenleri birtakım kişilik özellikleri bakımından değerlendirmeleri isteniyor. Diğer adımda katılımcılara, vejetaryenlerin onları ahlaki açıdan nasıl değerlendirdiklerini düşündükleri soruluyor. Bu deney, iki adımın sırası değiştirilerek iki farklı gruba uygulanıyor.

Önce ahlaki açıdan nasıl görüldüğünü düşündüğünü belirten ve sonrasında vejetaryenleri değerlendiren katılımcılar, bu tespitler sırasında, diğer gruba kıyasla vejetaryenleri daha negatif gördüklerini belirtiyor. Araştırmacılar bu negatif değerlendirmeye sebep olan faktörün, katılımcıların vejetaryenler tarafından ahlaki açıdan olumsuz değerlendirildiklerini düşünmeleri olduğunu söylüyor.

Yani özünde, hepçillerden oluşan katılımcılar vejetaryenlerin, hepçilleri “daha az ahlaklı” gördüklerini düşünüyor ve bunun sonucunda da vejetaryenlere karşı olumsuz değerlendirmelerde bulunuyorlar. Yazarlara göre bunun sebebi, vejetaryenlerin et yemeyerek baskın gruba (hepçillere) karşı üstü kapalı bir ahlaki ihlal suçlaması yapması.

Yazarlar, et yiyen katılımcıların vejetaryenlerden gelebilecek bir ahlaki suçlamayı düşündükten sonra vejetaryenlere karşı negatif hisler geliştirmesini, ahlaki olarak kusurlu ve yetersiz görülmeye karşı düşünülmeden verilen savunmacı bir tepki olarak yorumluyor.

Altını çizmekte yarar var: Bu araştırmada hepçillerin vejetaryenlere karşı negatif hisler geliştirmesinin sebebi, vejetaryenlerin hepçilleri ahlaki açıdan olumsuz değerlendirmeleri değil. Aksine, hepçillerin ahlaki açıdan olumsuz değerlendirilme beklentileri.

Ahlaki suçlama doğru algılanıyor mu?

Peki, et yiyen katılımcılar kendilerine yöneldiğini düşündükleri bu olası ahlaki suçlamayı doğru algılıyorlar mı? Vejetaryenlerin et yiyenler hakkında kademeli bir ölçeklendirme üzerinde yaptıkları değerlendirmelerde, et yiyenleri ahlaki açıdan bir derece olumsuz değerlendirdiklerini görebiliyoruz. Ancak et yiyenler, vejetaryenlerin hepçilleri olduğundan daha olumsuz değerlendireceklerini düşünüyorlar.

Öte yandan ilginçtir ki, yine aynı ölçeklendirme sisteminde, et yiyen katılımcılar vejetaryenleri, et yiyenlere kıyasla ahlaki açıdan daha olumlu değerlendiriyor. Buna ek olarak daha da ilginç ve çelişkili olan, hepçillerden oluşan katılımcıların, kendilerini ahlaki açıdan hem hepçillere hem de vejetaryenlere göre daha olumlu değerlendirmeleri.

Hepçillerin, et yemeyenleri yiyenlere göre daha ahlaklı bulmasını, et yiyen insanların dahi, bir canlının vücudunu yemenin ahlaki açıdan sakıncalı bir davranış olarak görüyor olabileceğinin bir göstergesi olarak yorumlayabiliriz.

Sonuç: Kaygıyı gidermek için artan negatif tutumlar

Özetleyecek olursak, vegan ve vejetaryenlere yönelik önyargı ve ayrımcılıklar ile bu insanların hangi sebeple vegan/vejetaryen oldukları arasında bir ilişki var. Hayvan haklarının ihlal edilmesi sebebi ile bu kararı alan insanlar en sevilmeyen grup olurken, onları sırayla çevre ve sağlık kaygılarıyla vegan/vejetaryen olan insanlar takip ediyor.

Vegan ve vejetaryenlerin hayvanlara zarar vermemeyi amaç edinmesi (yukarıda anlatıldığı üzere vejetaryenlik bunu tam olarak gerçekleştiremese de), hepçilleri et yemelerinden ötürü ahlaki bir yanlış yaptıkları sebebiyle dolaylı olarak suçlu hissettiriyor. Ahlaki açıdan olumsuz değerlendirilme beklentisi hisseden hepçiller, bu tehdidi bertaraf etmek için vejetaryenleri değersiz görmeye başlıyor.

Tüm bu sonuçlar ve çıkarımlar bize vegan/vejetaryenlerin maruz kaldıkları ayrımcılık, önyargı ve nefret söylemlerinin bir sebebinin, hayvanlara zarar veren davranışlardan kaçınmanın, hepçiller üzerinde oluşturduğu ahlaki baskı olabileceğini gösteriyor.

Önemli bir not

Son olarak, bu yazının amacının ne bir ahlak tanımı yapmak ne de hayvansal gıda tüketen insanları günlük kullanımdaki yüklü ahlak kavramı üzerinden “ahlaksızlıkla” suçlamak olmadığını belirtmek isterim. Öte yandan her insanın hayvanlara karşı bir sorumluluğu var. Et ve diğer hayvansalları tüketmenin veya bir hayvanın derisini giymenin, hayvanlar açısından hayatını kaybetmek ya da ölene kadar zulüm görmek anlamına geldiğini görmezden gelemeyiz.

Bu keyfi davranış ve alışkanlıklar hayvanlara eziyet eden, onları öldüren, hapseden bir düzen yaratıyor. Dolayısıyla bu davranışlardan kaçınmak hepimizin sorumluluğu.

* Araştırmada LGBTİ+’lar arasından yalnızca bu gruplardan bahsedilmiştir.

**Hem bitkisel ürünlerle hem de hayvansallarla beslenen.


[i] Bagci, C. B., & Olgun, S. (2019). A social identity needs perspective to Veg*nism: Associations between perceived discrimination and well-being among Veg*ns in Turkey. Appetite, 143, 104441

[ii] MacInnis, C. C., & Hodson, G. (2017). It ain’t easy eating greens: Evidence of bias toward vegetarians and vegans from both source and target. Group Processes & Intergroup Relations, 20, 721–744

[iii] Minson, J. A., & Monin, B. (2012). Do-gooder derogation: Disparaging morally motivated minorities to defuse anticipated reproach. Social Psychological and Personality Science,3, 200–207

Önceki İçerikVegan Yaşama Dair Mitler: “Veganlık aşırı uç”
Sonraki İçerik3 Mart Dünya Yaban Hayatı Günü
2014'te Boğaziçi Üniversitesi İşletme bölümüne girdi. 2020'de Boğaziçi Üniversitesi Psikoloji bölümünden mezun oldu. Sosyal kimlik, ahlak psikolojisi ve türcülük ile ilgileniyor ve çalışmalarına sosyal psikoloji alanında devam ediyor. Çeviri ve içerik üretimi ile TVD'ye gönüllü destek veriyor.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.